Bayramlar barış ve adalet içinde yaşayan ve yaşatan kullarımın dayanışma duygularını pekiştirmek içindir. Madem bayramlar işlevini kaybetmiştir. Madem bayramda birbirinizi ziyaret etmeniz, birbirinizi desteklemenize iyilikleri yaymanıza yol açmamaktadır, bayram sizin neyinize? Girin evlerinize!
Madem cemaatle namaz kılmak, barış ve adalet içinde yaşamanıza, cemaat olmanın rahmet ve bereketine yol açmamaktadır. Madem siz bölük bölük, fırka fırka olup camilerinizi ve namazlarınızı bile ayırdınız. Madem bir cemaati bin cemaat yaptınız ve bin tane ötekiniz var! Madem namaz, kelime manasıyla salat/destek/dayanışma olmaktan, çıkmış! Madem bu sapkınlıkları meşrulaştıran düşüncelere sahipsiniz. Bayram sizin neyinize? Girin evlerinize!
İşte böyle bir his içindeydim bu bayram dostlar. Allah bize böyle dedi gibi geliyor bana! Aklımıza ve hayalimize gelmeyecek tarzda mahzun bir bayram geçirmek zorunda kaldık. Yaşayanlar yaşadıkça daha neler görecek acaba? Büyükleri bilemem ama çocuklar bunu hiç unutmayacak!
Bayramlar bizim ortak değerlerimiz. Milli ve dini bayramlar bunun için var. Bayramların birliğimizi beraberliğimizi kardeşliğimizi pekiştirmesini güçlendirmesini bekleriz. Peki öyle mi oluyor?
Sanıyorum pek öyle olmuyor. Son zamanlarda ise hiç öyle olmuyor! Önceden de sorunlar vardı ama bu sorunları bir türlü halledemedik. Sorunlar katlandı ve kaotik süreç oluşturdu. Toplumsal huzursuzluk
rahatsız edici boyutlarda arttı. Bunun temel sebebi menfaat ve nefis odaklı kör siyaset. Son dönemde fetö ihaneti bu karmaşık sürece tüy dikti. Uluslararası boyutları da olan FETÖ krizi içeride iyi sevk ve idare edilemeyince fitne ateşine benzin döküldü ve ortalık toz duman oldu.
Üzülerek ifade edeyim ki, çağın getirdiği araçlar ve bu araçların hiçbir ahlaki endişesi olmayanlar tarafından hoyratça kullanılması ortak değerleri örseliyor ve toplumun büyük bir kesimini pisliğe bulaştırıyor. İyi niyetli insanlar dahi, özellikle siyasete ve ticarete bulaşmışlarsa bundan nasiplerini alıyorlar. Öyle ki; haklı olarak kutuplaştırılmadan ve ötekileştirilmeden şikâyet eden insanlar bile zaman zaman kendilerinin de başkalarını ötekileştirdiğinin farkında bile olmuyor! Pis bir kuyunun içine düşmüş çırpınıp duruyoruz.
Bu konuda makul insanlara ve toplumda elan değerlerimizi muhafaza edebilmiş öncülere büyük iş düşüyor. İnternet ortamında sosyal medya bir bataklık! İktidarıyla muhalefetiyle güdümlü basın ortalığı birbirine katıyor. Ayrılık tohumları atacak yalanlar, çarpıtmalar her gün her saat her dakika havada uçuşuyor. Çoğu yalan ve yanlış haberler, iftira ve çamur atmalar bulutu içinde gerçekler örtülüyor. Ki o gerçekler bir zaman sonra muhakkak ortaya çıkacaklar!
Bu kaostan kurtulmak, bayramların amacına hizmet etmesini sağlamak için ne yapmamız gerekiyor?
Bu yazımda özellikle siyaset yapanlar ve yapmak için sahaya çıkan arkadaşlarıma, sözüme değer veren öğrencilerime ve okuyucularıma birkaç tavsiyem olsun. Aslında tavsiyelerin menşei ben değilim. İman ettiğimizi söylediğimiz kitap!
Allah (c.c.) İsra 36’da “Bilmediğin şeyin ardına düşme; çünkü, işitme duyusu, görme duyusu ve kalp, bunların hepsi [Hesap Günü’nde] bundan sorguya çekilecektir!” buyuruyor. Rabbin bu emri ve tavsiyesi insanı hataya düşmekten alıkoyacak en önemli ilkedir. Bilmediğimiz şeyin arkasına düşüp onun fedaisi olmanın sonucu, muhakkak rezillik ve pişmanlık olur! Aksi mümkün değil.
Yine Allah (c.c.) Zümer Suresi 18. ayette Allah’ın yol gösterdiği akıl sahiplerini tarif ediyor. Onların özelliği bütün sözleri dinleyip en güzeline uymak. Başkalarının sözünü dinleyemeyen, tahammül gösteremeyen insanlar nasıl barış içinde yaşayabilir? Söylenen söze uymak zorunda değiliz ama dinlemek gibi bir zorunluluğumuz var!
Hucurat suresi 6. ayet “Ey iman EDENLER! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip, yaptığınıza pişman olmamak için, o haberin doğruluğunu iyi araştırın” der. Düşünelim. Bizler bu güne kadar bu ilkeyi hayatımıza geçirmediğimiz için kaç insana ve cemiyete zarar verdik? Allah bizlere ulaştırılan haberleri araştırma zorunluluğu koymuş!
Ama bana haber getiren fasık değil ki? Nereden biliyorsun? Kimsenin kalbini yarıp bakamayacağımıza göre, kişinin fasık olup olmadığını araştırmadan bilemeyiz! Bu araştırmaların sonucunda fasıklar ve emin insanlar toplumda ayrışırlar. Bunun için mesai harcamak lazımdır. Öncelikle iddia sahibi, iddiasını ispatlamakla mükelleftir. İddiasını ispatlamayan bunun dert edinmeyen herkesi fasık, yani yoldan sapmış kategorisinde değerlendirmek gerekir. Ölçüler sağlam olursa ayırt etmek kolaydır. Yoksa bugün olduğu gibi gıybet, dedikodu ve boş lafların içinde tüm toplum boğulur.
Melekleştiren, şeytanlaştıran ve ilahlaştıran insanlara iltifat edilmemelidir. Bu tipleri Kitabı Kerim putperest insan tipinin karakteristiği olarak tarif eder. Bu bağlamda melekleştiren şeytanlaştıran ve ilahlaştıran siyasetçilerden uzak durmakta fayda vardır. Zira irrasyoneldirler. Taraftarlarını manipüle eder gerçekliklerden kopartırlar. Kendi cephelerinde fanatikleştirerek hareket kabiliyetlerini düşünsel ve psikolojik anlamda ellerinden alırlar. İnanç dünyasında da taraftarlarını kökten şirke sürüklerler.
Halbuki hakikat şudur. İnsanda iyiliğe de kötülüğe de eğilim vardır. Yeryüzünde iyilik ve kötülük yan yana görünür ve iyiliğe değer katan da aslında budur. Kötülük olmadan iyiliğin, iyilik olduğunu bilemeyiz.
Hata yapan bir varlık türüyüz. Hata yaptığını kabullenmeyen ve özeleştiri yaparak kendini geliştirmeyen siyasetçilerin başarılı olması yön verdikleri toplumların felaketi olabilir! Çokça hata yapan, tuvalete giden, yemek yiyen, gaz kaçıran, depresyona giren, neşelenen, şımaran, seven, nefret eden, alınan, sinirlenen, keyiflenen hasta olan, sonucunda ölen, ölümlüleriz. Takdir edilen ömrü tamamlayan her insan ölümü tadar! Bu insan bir kamu görevi icra ediyorsa yerine yaşayan biri gelir. Falan adam olmasa, diye başlayan ululama cümleleri gerçekleri ifade etmez. Mezarlıklar vazgeçilmez zannedilen ölülerle doludur. Yıllarca aşırıya giden Atatürk övgülerini haklı olarak putperestlik olarak tanımlayan benim mahallemin insanlarından Tanrı’nın intikamı korkunç olmuştur! Bunların içinden bir ölümlüye dokunmayı ibadet sayan çıkmıştır! Sevdikleri saydıkları liderde Allah’ın vasıfları olduğunu iddia edecek kadar sapıtanlar dahi çıkmıştır ki, sözün bittiği yerdir!
Bu ülkede maalesef her yalanın muhakkak müşterisi var. Yalanların müşterisi olmak ülkeyi cehenneme çeviriyor. Taraf olmak ve bunda aşırı gitmek bazen farkında olmadan da olsa bizi yalanın müşterisi haline getirebiliyor. Yeter ki işe yarasın!
Bugün 27 Mayıs 1960 darbesinin 60. yıldönümü. Bu kara günü 3 Nisan 1963 tarihinden itibaren Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlamış bir milletin çocuklarıyız. Böyle bir dayatma bayram 19 yıl sonra ancak başka bir darbe sonucu kaldırılmıştır. Milli Güvenlik Konseyinin 10 Mart 1981’de gerekçesi şöyledir: “27 Mayıs günü 1963 yılından beri Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlanmaktadır. Bugün 1961 Devriminin ve dolayısıyla 1961 Anayasasının kutlandığı gündür. Ancak özellikle 1970’li yıllardan itibaren meydana gelen gelişmeler sonucu 1961 Anayasasının toplum bünyemize uygunluğu tartışılır hale gelmiş ve bayram günü halk arasında etkinliğini yitirmiştir. Bu nedenle 27 Mayıs resmi bayramlar arasında sayılmamıştır
1961 Anayasası’nın ürünü Anayasa Mahkemesi’nin muhafaza edilip, çakma bayramın ise iptali, darbecilerin muhafazakar halkı avlama stratejisinin sonucudur. Kuşları tuzağa çeken bir kuş yemidir! Özelde sağ kesim genelde demokrasiye inananlar gönül rahatlığı ile darbe Anayasasına oy versin istediler. Öyle de oldu!
Bu ülkede yalanlarla dedikodularla provokasyonlarla insanlar canlarından ve istikballerinden edilmiştir. Elan da bir çok istikbal sönmekte ve söndürülmektedir. Demokratik yollarla gelmiş siyasetçiler katledilmiştir. Genel havaya ve üsluba bakıldığında, fırsat bulunursa aynı şeyleri taraflar birbirine yapacak gibi görünmektedir.
Demokrasi dünyanın en iyi rejimidir iddiasında bulunacak değilim. Demokrasinin de kendi içinde bir çok defosu ve sıkıntısı vardır. Ancak şu anda insanlığın bulabildiği en az mahzurlu sistemdir. Demokrasinin sağlıklı işlemesi toplumun eğitimli olmasıyla ve eğitilmesiyle mümkün olur. Şu bir gerçek ki bizim toplumuzda özellikle idarecilerimizde bazı istisnalar hariç gücü kullanma ve dengeleme ahlakı yoktur.
Gerçekte putperestlerin muhataplarını putperest diye yaftaladıkları, gerçekte hırsızların ötekini hırsız diye suçladığı bir sosyal ortamda yaşıyoruz. Dün televizyonda bir haberde seyrettim. İzmir belediye başkanı Tunç SOYER, bir hesapta aşırı övülmüş. Hesap kendine ait çıkmış. Haberci bunu büyük bir ahlaksızlık olarak yansıtıyordu. Fatura çalışana kesildi diyordu! Doğrudur ama bunu yapmayan siyasetçi var mı? Basın organının kendi mahallesinden bu tür parlatmaları kendileri için yapan siyasilerin, yakalanmamış olması onları namuslu ve ahlaklı mı yapıyor? Veya bu tür parlatmaları ululamaları siyasetçinin kendisinin değil de trollerinin yapması ahlaklı mı oluyor. Her şeyimiz yalan ve illüzyon değil mi?
Rabbim bizi yalanların müşterisi olmaktan, farkında olarak veya olmayarak insanlara zarar vermekten korusun. Ülkemizi yönetenlere ve yönetmeye talip olanlara da işleyen akıl, izan feraset, basiret ölçü ve kul bilinci nasip eylesin.