-Bindik alamete gidiyoruz kıyamete farkında mısınız?-
Sevgili dostlar. 1975’de 14 yaşındaydım. İşte o günlerden bugünlere ayna tutmak ve sonu ESARETE VE ZİLLETE çıkan gerçek bir BEKÂ SORUNU’na dikkat çekmek için bu yazıyı kaleme alıyorum. Başarabilirsem Cumhuriyet Tarihimizin yakın karanlık bir döneminin gerçeklerinden yola çıkarak günümüze ışık tutmak, günümüzün karanlıklarını dağıtmak isterim.
1973 genel seçimlerinin sonucu ortaya son derece dağınık bir siyasi manzara çıkarmıştı. O günkü meclis aritmetiğini vemanzarayı gençlerin anlayacağı şekilde aşağıda sıraladım. Özellikle gençler anlasın diye siyasal parti isimlerini liderlerini ideolojik eğilimlerini de yazdım ve açıkladım.
Cumhuriyet Halk Partisi, Bülent ECEVİT % 33.3’le 185 milletvekili (SOL-SOSYAL DEMOKRAT)
Adalet Partisi, Süleyman DEMİREL, % 29.8’le 149 milletvekili (MERKEZ SAĞ)
Demokratik Parti, Ferruh BOZBEYLİ, % 11.9’la, 45 milletvekili (MERKEZ SAĞ)
Milli Selamet Partisi, Necmettin ERBAKAN, 11.8’le, 49 milletvekili (İSLAMCI SAĞ)
Cumhuriyetçi Güven Partisi, Turhan FEYZİOĞLU % 5.3’le 13 milletvekili (ATATÜRKÇÜ-SAĞ)
Milliyetçi Hareket Partisi, Alparslan TÜRKEŞ, % 3.4’le 3 milletvekili (MİLLİYETÇİ-SAĞ)
Türkiye Birlik Partisi, Mustafa TİMİSİ % 1.1, 1 milletvekili (Alevileri temsil iddiasındaki bir parti olarak bilinir. SOL kabul edilir.)
Bağımsız % 2.8’le 6 milletvekili
Burada önemli gördüğümüz kısa bir bilgi verelim. Önce Cumhuriyetçi Güven Partisi daha sonraları Güven Partisi olarak anılan parti CHP’den kopan bir partidir. ECEVİT’in, Sosyal Demokratlık iddiası ve çizgisine tepki olarak eski CHP’yi ve temsil iddiasıyla kurulmuştur. Atatürkçü SAĞ şeklinde tanımlanabilir. 12 Eylül darbecilerinin kavramsal olarak dağarcığımıza kazandırdığı “Atatürk Milliyetçiliği” kavramının mucidi bir siyasi partidir. Lideri hukuk profesörü Turhan FEYZİOĞLU 12 Eylül darbecilerinin gönlündeki başbakan adayı idi. Fakat 12 Eylül öncesi kirlenmiş kabul edilen bir siyaset alanının aktörü olduğu düşünüldüğü için bu gerçekleşmedi.
14 Ekim 1973 yılı seçimlerinde sağ ağırlıklı ve dağınık yapıya sahip bir meclis meydana gelmişti. Bu dönemde
ECEVİT MSP ile koalisyon kurdu. Kıbrıs Harekatı bu dönemde yapıldı. ECEVİT “Karaoğlan Efsanesi”, Erbakan “Mücahit Erbakan” şeklinde ünlendi. Taraftarlarınca yıldızları parlatıldı ve siyasette önleri açıldı. Bu dönemde Kıbrıs harekatının yanında haşhaş ekimi serbest bırakıldı. ABD bağımsız hareket etme girişiminde bulunanTürkiye’ye askeri ambargo uygulamaya başlamış, ECEVİT’te buna mukabil ülkedeki Amerikan üssünü kapatma kararı almıştır. ECEVİT ABD ambargosunun asıl sebebinin Kıbrıs’tan ziyade, haşhaş ekimi konusunda hükümetlerinin aldığı karar olduğunu söylemiştir. O yıllarda ABD’ye karşı fiili bir direniş başlamıştır!
ECEVİT, Kıbrıs Barış Harekatı’nın ülkede meydana getirdiği milliyetçi havadan faydalanmak ve tek başına iktidar olmak için seçime gitmek istedi. İstifa ederek koalisyonu bozdu. Ancak meclisten seçim kararı çıkartamadı ve Milliyetçi Cephe hükümetlerinin ilkinin temeli böyle atıldı. Geçici Sadi IRMAK hükümetinin ardından AP, MSP, MHP’den oluşan I. Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. 31 Mart 1975’de DEMİREL Başbakan olarak idareyi devraldı.
Gündeme Düşen Bomba Kontgerilla veya Özel Harp Dairesi.
Özel Harp Dairesi! Bu örgütü bütün Türk halkı gibi Başbakan ECEVİT’de bilmiyordu ve tesadüfen öğrendi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih SANCAR bu teşkilat için Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden para istedi. Ödenekteki paranın neredeyse tümünün istendiğini söyleyen ECEVİT Genelkurmay’dan bu konuda derhal bir brifing talep etti.
Neydi devleti yönetenlerin bilmediği örgüt?
1952’de NATO’ya giren ordunun sivil bir uzantısı olarak Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulmuştu. 1965’de ismi Özel Harp Dairesi olarak değiştirildi. “Komünist işgal ya da ayaklanma durumunda, işgale son vermek için gerilla yöntemlerini ve mümkün olan tüm yeraltı faaliyetlerini kullanmak” gibi bir görev tanımı yapılmıştı. Ülkenin Başbakanı bütçede görünmeyen bu yapının o tarihe kadar ABD/CİA tarafından finanse edildiğini, ABD’nin kullandığı Bahçelievler’deki bir binada faaliyet gösterdiğini dehşetle öğrendi. Haklı olarak ülkenin bekâsını ilgilendiren bu konuyu “kontrgerilla” kavramsallaştırmasıyla kamuoyuna mâl etti.
Aslında bu örgüt, ABD/NATO tarafından Komünizm işgaline karşı bir model olarak bütün NATO ülkelerinde kurulmuştu. Örgütün her ülkedeki adı farklıydı. Fransa’da Rüzgar Gülü, İtalya’da Gladyo, Yunanistan’da Kuzu Postu gibi isimlerle faaliyet göstermişti. Daha sonraki yıllarda da ortaya çıktı ki; cinayetler sabotajlarla bulundukları ülkeyi karıştırıyorlardı. Bazen sol görüşlü bazen etki gücü yüksek sağ ve/veya demokrat insanların cinayetlerinin sorumluları olduğuna dair tüm dünyada ciddi deliller ortaya çıkarılmıştı. Kısacası bu örgüt, her ülkede ABD menfaatleri doğrultusunda yasa dışı ve karanlık işlere cinayetlere tertiplere karışan bir örgüttü. Operasyon yaptıkları NATO ülkelerinde ABD emperyalizminin hegemonyasını sürdürmek için halkı karşı karşıya getirerek çatıştırmaktan ülkeleri istikrarsızlaşmaktan çekinmeyen bir NATO Karabasanıydı!
Durumun vahametini fark eden Batı ülkeleri dahi bu karanlık teşkilatı çok sonraları tasfiye edebildi. Örneğin İtalya Gladyo’yu 1990’dan sonra cesur bir savcıyla başlatılan ve yıllar süren operasyon sonucu tasfiye etti. Bizde 1974’te ortaya dökülen bu gerçek 1975 ve sonrasında etki gücü gittikçe yükselen bir bomba olarak gündemden hiç düşmeyecek ülkede yaşanan talihsiz olaylar bu örgütle ilişkilendirilecektir.
Melun Yumruk’un Ülkeye Ettikleri
Süleyman DEMİREL 13 Mayıs 1975”de bir şahıs tarafından yumruklandığında henüz 1.5 aylık Başbakandı. Bakanlar Kurulu toplantısından çıkarken gazetecilere açıklama yapacaktı. Saldırgan yanına yaklaştı ve devrin başbakanına tekme yumruk girişti. DEMİREL”in burnuna dört dikiş atılmış başbakan adeta haşat edilmişti. DEMİREL’deki hasara bakarak kimileri saldırganın muşta kullandığını bile ileri sürdü.
Bu yumruk emperyalizme karşı diklenmeye çalışan ülkeyi ABD’nin yatağına boylu boyunca uzatan yumruktu. Neticeten bu yumruk Türkiye’de kardeş kavgasını tetikleyen, karanlık, kanlı ve kaotik süreci başlatan melun bir yumruktu. Bu yumruğun ABD emperyalizminin FETÖ projesinin temellerini attığı ve Türkiye’nin başına musallat ettiği tarihlere denk geldiğini de hatırlatayım. Emperyalizm, kullandıkları tasfiye oldukça, ondan sonraki 50-100 seneyi hesap ederek kullanılacaklara yatırım yapan bir akıldı.
Öyle bir akıl ki, hainlerini o ülkenin parası ve emeğiyle yetiştiriyordu da kimsenin ruhu duymuyor, devletin başından halkın dibine kadar herkes kandırılıyordu!
Saldırgan Vural ÖNSEL Kimdi?
34 yaşındaydı. Cebinde CHP Çankaya örgütüne ait bir seminer giriş kartı çıkmıştı. Yani kimliğinin tespiti kolay olsun diye CHP’ye dair bir seminer kartını yanında taşıyordu! Doğrudan üye kartı koysalar şüphe uyandırabilirdi. Kimlik dolaylı olursa daha inandırıcı olur diye mi düşünmüşler acaba?
Senaryoya inandınız mı? O günlerde ben ve biz topyekun inandık!
İnandım çünkü o tarihte 14 yaşında memleket kurtarmaya yeltenmiş kesin inançlarla çok erken yaşlarda tanışmış, devlet erkini temiz zanneden eden bir ortaokul öğrencisiydim. Ama bu kadarı yetmezdi. Benim buna inanmam için gerekli materyaller sağlanmıştı. Bize ait olduğunu düşündüğümüz medyaya kulak veriyor sadece onları muteber kabul ediyorduk. İnanmamız için her türlü ortam hatırlanmıştı. İşin en kötüsü ve vahim olanı, bizler AYDINI(münevveri) olmayan bir ülkenin çocuklarıydık! Hiç şansımız yoktu!
Olayın Bağlandığı Gündem
Yeni hükümet ECEVİT tarafından TRT Genel Müdürü atanan İsmail Cem İPEKÇİ’yi görevden alacaktı. Kararname yoldaydı. Olay bu gerçekle bağdaştırıldı. Bunu sağlamak için saldırıdan İsmail Cem ve CHP’nin sorumlu olduğu basında söylendi ve yazıldı. AP’li Devlet Bakanı Seyfi ÖZTÜRK saldırıdan hemen sonra, saldırının arka planıyla ilgili hiçbir veriye ulaşılmamışken, Başbakanlık binası önünde gazetecilere “Anarşistlerin hamisi ve kundakçıların baş reisinin ECEVİT olduğu ispatlandı” dedi!
Böyle bir durumda ideolojik konumunu belirlemiş bir çocuk nasıl inanmaz devlet büyüklerine! Bakan konuşuyordu. İktidar, yani istihbaratı elinde tutan güç konuşuyor halkını bilgilendiriyordu! Üstelik o çocuk o yıllarda ülke istihbaratının CİA’nın elinde olduğunu bilmiyordu!
Bugün baktığımda asıl amacın CHP’yi o günlerde azgınlaşan sol terörle birlikte gösterip, dahası teröre bulaşan aşırı solu, CHP ile özdeşleştirerek, ABD’ye rağmen Kıbrıs Barış Harekatını yapanları, iktidardan uzak tutmak olduğunu görüyorum. Sol örgütler o tarihlerde CHP teşkilatlarına ve CHP’li politikacılara çok yakındılar ve teşkilatlar içinde daha rahat operasyon yapıyorlardı. Siz bu örgüt uzantılarının bir kısmına Kontrgerilla da diyebilirsiniz!
Aslında sağ ve sol hiçbir parti lideri teşkilatlarına hâkim değildi ve olamazdı. Her türlü operasyona müsaittiler. Zira liderlerinde ve yönetim kadrolarında böyle bir bilinç mevcut değildi. Sözün geldiği yerde, bu bilince yaşayarak sahip olmuş ve böyle bir gerçeği fark ettiği anda kamuoyuyla paylaşan Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU’nu hatırlayalım. 2007 Ocak ayında Hrant Dink Cinayetinden sonra “bizim tarlayı sürmüşler” demişti! O tarlayı sürenler Muhsin başkanı şehit etti! Rahmetli YAZICIOĞLU geçmişten ders çıkartan bir liderdi. 12 Eylül darbesinden sonra işkence hücrelerindeki hayatı; “Sokakları, şehirleri bölüşemeyenler 2.5 metrekareyi paylaştı” diyerek tasvir etmişti!
Gerçek şu ki ne sağ, ne sol, içlerinize sızdırılmış yabancı maddeleri ve hainleri hiç sorgulamadı. Herkes haini karşısında gördü. Hainler muteber adamlar olarak etkin yerlerde karar alıcı olarak ülkeyi ateşe attı.
Bugün de üç kuruşluk siyasi menfaat uğruna CHP’nin ve iktidar karşısındaki diğer küçük muhalefet partilerinin ısrarla HDP ve PKK çizgisine itilmeye çalışıldığını, terörle ilişkilendirilmeye çalışıldığını görüyor acı acı gülüyorum!
O günün kontrgerillaları geri mi döndü ne? Düşünmeden edemiyor insan. Devlet içine sızmış FETÖ ve bu örgütün devletin kılcal damarlarına kadar sızdığı gerçeği ortada iken, günümüzün kontrgerillalarının faaliyette olduğuna dair kanaatlerim her geçen gün pekişiyor maalesef.
CHP İddiaları Şiddetle Yalanladı…
O günlerde CHP iddiayı yalanladı ve saldırgan Vural ÖNSEL ’in Süleyman DEMİREL, İsmet SEZGİN ve Necmettin CEVHERİ gibi isimlerle dostluk ilişkisi olduğunu, DEMİREL hükümetini destekleyen yayın organı Sancak Dergisi’nin yazı işleri müdürü olduğunu açıkladı..
Tabii ben o yaşlarda CHP’nin bu iddialarına da kulak asmadım. Abilerim, büyüklerim ve memleket sevgisinden bugün dahi asla şüphe etmediğim birçok insan kulak asmadılar, aksini düşündüler. Pis komünistler, Moskof uşakları bunu her zaman yapardı! Aksi mümkün değildi!
O günlerde okuduğumuz ve okuttuğumuz gazetenin önemli bir yazarı MİT mensubu Enver ALTAYLI’nın FETÖ’nün kara kutusu ve CİA’nın gönüllü ajanı olarak görev yaptığını, ABD’ye hizmetten onur duyduğunu söyleyen mektuplar yazdığını, Batılı merkezlerde fink attığını, Ağustos 2017’de Korkuteli’nde fare gibi saklandığı bir dağ evinde göz altına alınıp tutukladığı tarihe kadar bilmiyorduk.
Bu eski MİT’çi Milliyetçilerin geçmişteki efsane ismiydi. Günümüzde de FETÖ’nün Orta Asya’daki okullarını koordine eden bir FETÖ’cü olarak tanıdık. Muhtemelen FETÖ darbe teşebbüsüne kadar ülkeyi yöneten iktidarca da muteber bir adamdı. ABD’nin ajanları bin bir kılıkta içimizde geziyor itibar, görüyor iş bitiriyorlardı!
Bizler 12 Eylül öncesi ülkeye yön veren sol ve sağ tandanslı bazı gazetecilerin CIA tarafından maaşa bağlandığını çok sonraları öğrenmiştik. Biz hainleri içimizde yaşatan, hainlerle yol yürüyen, sorgulamayan, sorgulayanı hain ilan eden bir millet ve topluluktuk. Ahmakça işler yapar, hep oyuna gelir, aynı delikten defalarca sokulur, sonra da suçu Yahudilerin ve dış güçlerin üzerine atardık.
Ah bu Yahudiler ! Ah bu dış güçler!
Evet biz Vural ÖNSEL kimdi aslında bilmiyorduk. Bildiğimizi sanıyorduk! Kimdi bu adam gerçekte? Sağcı mı solcu mu futbolcu mu? Bazı yayın organlarında Almanya ve oradaki sol örgütlerle ilişkilendirildi. Hatta Almanya’da tutuklandığı söylendi. Ama hepsi hikayeydi. Kaynağı belli olmayan algı ve yönlendirme haberleriydi.
Anadolu Ajansı Tarafından Ülke Bekâsına Büyük Provakasyon!
Tam bu sırada Anadolu ajansından bir haber geçildi. Vural ÖNSEL polise, kendisini azmettirenlerin, İsmail Cem, Prof. Uğur Alacakaptan, gazeteci Uğur Mumcu ve Prof. Muammer Aksoy olduğunu itiraf etmişti!
İnandık mı inandık!
Anadolu ajansı yalan mı söyleyecekti? Gerçi yıl 2018-19’da bile Anadolu Ajansı yalan söyler, yalan yazar bazen de gerçek hoşuna gitmezse duyurmazdı.
Ama biz bilmezdik, bilemezdik, Anadolu Ajansının ülke düşmanlarının oyuncağı olabileceğini düşünemezdik. Bilerek veya bilmeyerek ülkesine zarar vereceği aklımızdan bile geçmezdi. Milli bir kurum sanıyorduk! Şahsen ben Anadolu Ajansıyla ilgili gerçekleri tam olarak 2018 Temmuzunda öğrenmiştim. Hem de bittecrübe!
Nasıl öğrendim? Çünkü ben FETÖ’cü olmadığına inandığım bir kişinin FETÖ’cü olmadığına dair fikir ve kanaatlerimi açıkça belgeleri ve dayanakları ile yazdım. O günün sayın başsavcısı da beni FETÖ’cü olmamakla beraber FETÖ’ye bilerek isteyerek yardım etmek ve FETÖ ile mücadele eden yargı mensuplarını hedef göstermek iddiasıyla tutuklattı. Yargılanıp göreceğiz inşallah ama benim bildiğim hepsi buydu. Fakat o ne? Anadolu Ajansı benim Ordu Kripto ve ankesörlü telefon operasyonu çerçevesinde tutuklandığım yalanını haber yaptı? Anadolu Ajansına göre ben ordu kripto operasyonunda ele geçen bir FETÖ’cüydüm! Devletin olduğu söylenen böyle bir iftiraya neden ihtiyaç duymuştu? Neden?
Özgürlüğüm kısıtlandığı için gerçekleri anında haykırma şansım da yoktu. Daha sonra şikâyet ettim hala sonuç bekliyorum. Daha çok beklerim! Yaptığı haberle sadece bana değil FETÖ’cü olmadığını bildiği halde gazeteci arkadaşı Kazım ŞEN’e de iftira atan Anadolu Ajansı Uşak Muhabiri Soner KILINÇ, soranlara haber kaynağının gizli olduğunu söylüyormuş! Yalancısı olduğunun, yani provokatörlerin kimliklerini gizli tutuyormuş! Belki de devletin kılcal damarlarına sızmış FETÖ’cülerin ismini gizli tutuyor! Kim bilir? Belki de provokatör bizzat kendisidir! Şimdilik onu da bilmiyoruz.
Sonuç olarak, 1975’te insanların hayatıyla oynayan ve ülkeyi ateşe atmak için yalan haber yapan aynı Anadolu Ajansı 2018 Temmuz ayında, Fetöcü olmayan bir adama FETÖ’cü demekte sakınca görmemiş. At izini it izine karıştırmak için yalan haber yapmış ve yaymış. Zanlının ordu kripto ve ankesörlü telefon operasyonu çerçevesinde tutuklandığını söyleyebilmiş, algı yaratmış, tutuklamayı haklı göstermiş, kumpasçılara destek vermiş. Ve aslında FETÖ ile mücadele edildiği söylenen bir zamanda FETÖ’ye hizmet etmiş desem uyar mı? Dün ile bugünü, 1975 ile 2018’i olumsuzlukta, ahmaklıkta ve gerçeklere ihanette birbirine bağlar mı?
Valla uysa da dedim, uymasa da! Dünle bugünü birbirine bağlayıp açıkladığı ise kesin. Uymadığını iddia eden varsa savcılarımıza başvursun. Nasıl olsa bazı karanlık adamlar karanlıklarında boğulmasınlar diye dava açan savcılarımız var memlekette. Hukuku, kanunsuzları korumak amacıyla araçsallaştırabilen kontgerilla türü SIZMALARIN ülkede fink attığı kanaatindeyim. Savcılar tarafından sorulursa memnuniyetle anlatır delillerini de sunarım!
Buradan bir kez daha anlıyoruz ki; 1975’te de benzer olayların failliymiş Anadolu Ajansı. Galiba pis Yahudiler 2018 Temmuzunda da yine bizi oyuna getirmiş! Darısı yeni ketenpereye gelmelerimizin başına! Ne diyeyim başka? Bu işleri mizah paklıyor..!
Hainlik Vesikası Bir Haber Örneği.
Anadolu Ajansı 1975’de ülkenin temeline dinamit koydu. İsmail Cem, Prof. Uğur Alacakaptan, gazeteci Uğur Mumcu ve Prof. Muammer Aksoy gibi insanları hedef gösteren bir haber yaptı. A.A’nın Soner KILINÇ benzeri muhabirleri o zaman ciddi işler çıkarmıştı! Anadolu Ajansı tarafından gazetelere servis edilen habere göre, Demirel’e saldıran Vural ÖNSEL polise verdiği ifadesinde “bu olaya kendisini azmettirenlerin İsmail Cem, Prof. Uğur Alacakaptan, gazeteci Uğur Mumcu ve Prof. Muammer Aksoy olduğunu” itiraf etmişti.
Dönemin TRT Genel Müdürü İsmail Cem yaşadığı bu olayı şöyle anlatıyor: “Bu adamlar çıldırmış diye düşünmem, biraz iyimserlik olurdu. Çılgınlığın bu derecesinde, en azından belli bir kasıt payı bulunduğu muhakkak gibiydi. Ajans DEMİREL’in uğradığı saldırıdan haklı olarak sinirlenip heyecana kapılabileceklere açıkça hedef göstermekteydi.’ ‘Sayın başbakana yapılan bu menfur saldırıyı işte bunlar emretti” demekteydi”.
Anadolu Ajansı Hedef Gösterdi Bombalar Hedefi Buldu!
Ankara Emniyeti’ndeki yetkililer Vural ÖNSEL’in böyle bir ifade vermediğini söylemişti. Anadolu Ajansı’nın yalan haber yaptığı kesindi Amaç hasıl olmuştu! Fakat biz bunu o zamanlar bilmiyor devletin ajansına güveniyorduk! Zaten duymak istediklerimizi duyuyorduk!
Şimdi sıkı durun; DEMİREL’in yumruk yediği günün akşamında CHP”li kimliğiyle bilinen meşhur hukuk profesörleri Uğur ALACAKAPTAN ve Muammer AKSOY’un evine patlayıcı madde atıldı. Bu arada Türk Hukuk Kurumu ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Prof.Dr. Muammer AKSOY’un 1990 yılında evinin önünde katledildiğini de hatırlatalım
DEMİREL”e yapılan saldırı, ülkenin bekâsına yönelik provokasyonları başlatmıştı. Hedefler Anadolu Ajansı kullanılarak belirlenmişti.
Sonuç olarak; o günlerde ÖNSEL ’in kimliğiyle ilgili çok şeyler söylendi. Genelde solla ilişkilendirildi. Sıkıyönetim mahkemesinde 1.5 yıl hapse mahkum oldu. Olay kapandı gitti. Ancak 1975’deki bu olaydan sonra ülke büyük şiddet olaylarına sahne oldu. Siyasi ve ekonomik olarak bir daha dikiş tutmadık. 12 Eylül 1980 darbesi 70 sente muhtaç bir ülke gerçeği üzerine geldi! Büyük acılar çekildi.
12 Eylül’den az önce ÖNSEL ’in ismi bir kez daha basında gündeme geldi. 1980 Nisan ayında Milliyet Gazetesi Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan bir davanın iddianamesinde ÖNSEL’in polis ajanı olduğuna ilişkin belgeler yer aldığı iddia edildi. Haber, iddianamedeki kanıtlara dayanarak ÖNSEL adının bazı uyuşturucu operasyonlarına karıştığından da bahsediyordu.
Ülkeyi Birbirine Düşüren Sözde Faili Belli veya Meçhul Cinayetler ve Katliamlar
Bir yumrukla başlayan tırmandırılan kardeş kavgasının 1977’den itibaren hatırladığımız belli başlı vahim olaylardan bazıları şunlardı.
1 Mayıs 1977’de Taksimde miting yapanların üstüne İntercontinental Otelinin üzerinden ateş açıldı ve 33 kişi katledildi. Ölümlerin çoğu paniğe kapılan işçilerin kaçmak için birbirlerini ezmesiyle gerçekleşti. 16 Mart 1978 7 öğrencinin katledilmesi. 17 Mart 1978’de 5 Ülkücü İşçi Ümraniye’de katledilmesi. 24 Mart 1978 – Ankara Savcısı Doğan ÖZ’ün katledilmesi. 1 Şubat 1979 Gazeteci Abdi İPEKÇİ’nin katledilmesi. 7 Nisan 1978’de Malatya Belediye Başkanı Hamit FENDOĞLU’na postayla gönderilen paketin infilakıyla FENDOĞLU’nun, gelininin, 3 ve 6 yaşlarındaki torununun katledilmesi sonucu meydana gelen olaylarda 4 kişinin katledilmesi. 4 Ekim 1978 tarihinde MHP İstanbul Başkanı Recep HAŞATLI’nın 17 yaşındaki oğlu Mustafa HAŞATLI ile beraber katledilmesi. 9 Ekim 1978’de Ankara Bahçelievlerde Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 üniversite öğrencisinin evlerinde katledilmesi. 19 Aralık 1978 Maraş olayları ve katliamı ve 57 kişinin katledilmesi 28 Eylül 1979 –Adana Emniyet Müdürü Cevat YURDAKUL’un katledilmesi. 19 Kasım 1979 Gazeteci – yazar İlhan Egemen Darendelioğlu’nun İstanbul’da katledilmesi. 27 Mayıs 1980’de eski Gümrük ve Tekel bakanı MHP’li Gün SAZAK’ın katledilmesi. 25 Haziran 1980 Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza ALTINOK, eşi MHP Gaziosmanpaşa MHP kadın kolları başkanı Fahriye ALTINOK ve 16 yaşındaki kızları Nilgün’ün katledilmeleri. 29 Mayıs 1980 Çorum olayları ve katliamında 57 kişinin katledilmesi 19 Temmuz 1980 Eski başbakanlardan Nihat Erim’in katledilmesi. 22 Temmuz 1980 DİSK Genel Başkanı Sendikacı Kemal TÜRKLER’in katledilmesi.
Netice olarak 12 Eylül’e giden yolda beşbine yakın insan hayatını kaybetti.
Ecevit’e Suikast Girişimleri
Haziran 1975 Gerede mitingi sırasında seçim otobüslere taşlı saldırıda bulunulmuş ve meydan yakınındaki bir caminin minaresinden ateş açılmış, ECEVİT alandan kaçırılmıştır. Temmuz 1976 New York Waldorf Astoria Oteli’nde Stavros Psihopedrisdes adlı bir Rum suikastçı tarafından silahlı saldırıya uğramış. Kendisini korumakla görevi FBI ajanı saldırganın üzerine atlamış elinden yaralanarak suikastı önlemiştir. Ben bu konuda olayın kurmaca olduğu ve ABD tarafından ECEVİT’e gözdağı vermek için planlandığına inanırım.
29 Mayıs 1977 İzmir Çiğli Havaalanında parti otobüsüne binerken uzun menzilden bir el ateş edilmiş gazlı ve çok özel kurşun yakın arkadaşı Mehmet İSVAN’ın bacağına isabet etmiş bu özel kurşun nedeniyle İSVAN aylarca Avrupa’da tedavi görmüştür Türkiye’de sadece 3 adet bulunan ve özelliği zehirli kurşun atması olan silah ABD menşeli Tengas marka silahtır. ECEVİT’e göre bu suikast devletin içinden yapılmıştı ve sorumluları kontrgerilla idi!
Bugünden düne bakıldığında bu suikast girişimlerinin hepsi ülkeyi karıştırmaya yönelik ve ABD tarafından bağımsız hareket etmeye çalışan ülke siyasetçilerinin ehlileştirilmesine yönelik olduğu açıktır.
Terör Bir Merkezden İdare Edildi!
Sağ ve sol bütün terör faaliyetleri bir merkezden idare edildi. Kimin elinin kimin neresinde olunduğunun bilinmediği zamanları yaşadık. Ancak terörün idare edildiği merkezi anlamak bu ülkenin çocukları için bugün hiç zor değildir.
2 Mart 1966-13 Temmuz 1971 yılları arasında ünlü MİT müsteşarımız Fuat DOĞU Paşa’nın, 12 Eylül darbesinden birkaç yıl sonra Selçuk ÖZDAĞ’la yaptığı görüşmede; “Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA‘nın şube müdürlüğünü yaptım” demesi geçmişi anlamamız günümüzü ise aydınlatabilmemiz için anahtar niteliğindedir.
Ünlü gazeteci Avni ÖZGÜREL Bekaa Vadisine gidip Abdullah ÖCALAN’ı yakından gördüğünde bir yerlerden hatırladığını fark ediyor. Hafızasını yokladığında MİT’in milliyetçi kesimi desteklemek üzere kurduğu bir yan kuruluş olan Fikir Ajansı’nda gördüğünü hatırlıyor. ÖZGÜREL yayınlamayı düşündükleri milliyetçi bir dergiye yardım almak için oraya gitmiştir. ÖCALAN burada ofis katipliği yapmaktadır. ÖCALAN’ın sağcı bir geçmişi de vardır. 1969’da, Yargıtay Başkanı İmran ÖKTEM’in cenaze namazının kılınmaması için gösteri yapan Büyük Doğu yanlısı sağcı grupların arasındadır. İmran Ökten;1966-1967 yeni Adli Yıl açılış konuşmasında; “Nurculuk gibi Müslümanların çoğunluğu tarafından İslâm akideleri ile telifi mümkün olmadığı kabul edilen gerici ve sağcı cereyanlar yurt içinde çok tehlikeli bir hal almıştır. Aydın ve doğruyu gören vatandaşlarımın dikkat nazarlarını çekerim. Bu akımlara kapılan vatandaşlarımın mühim bir kısmı saf ve temiz insanlardır. Allah’a inanma ihtiyacı karşısında din bezirgânlarının ağlarına düşmüşler ve yollarını sapıtmışlardır. Bunları kurtarmak lâzımdır” şeklinde konuşma yaparak Nurcuların hedefi haline gelmiştir. “Tanrıyı da insan yaratmıştır” demesi onu Müslümanların hedefi yapmıştır. İmamlar ÖKTEM’in cenaze namazını kılmak istememiş ve cenazede çeşitli olaylar çıkmıştır.
ÖCALAN da buradadır! İyi mi? ÖCALAN’ı şimdi nesil Marksist Leninist bir örgüt olan Kürdistan İşçi Partisi’nin Partiya Karkerên Kurdistan kelimelerinin açılımı PKK’nın lideri olarak bilirler! SAĞCI-MİLLİYETÇİ ve hatta DİNCİ bir ÖCALAN, tasavvurlarının çok ötesinde olsa gerektir!
12 Eylül nesli bizler ise maddenin her halini biliriz. Yaşayarak öğrendik elhamdülillah.
Burun Kıran Yumrukların Tarihi Tükenmez Bizde
ANAP Genel Başkanı Mesut YILMAZ, 24 Kasım 1996’da Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de bir otelin lobisinde Veysel ÖZERDEM isimli bir şahsın yumruklu saldırısına maruz kalmış, YILMAZ’ın burun kemiğini kırmıştı. Eylemci saldırısının nedenini Susurluk Kazası’nda hayatını kaybeden Abdullah ÇATLI aleyhinde konuşmak olarak izah etmişti.
İnanmış mıydık? Elbette bu kez hayır! Ne çeviriyorlar diye düşünmüştük. Gaza gelmemiştik!
Sonuç olarak bizler 12 Eylül tecrübesine sahip bir nesildik. Bu sebeple ülkemize kurulan tuzakların kokusunu anında alma yetimiz çok gelişti.
Bir Dönemin Zokayı Yutan Mağdur Siyasetçilerinin Bir Başka Dönemde de Zokayı Yutmaları Hazindir!
Ahmaklık mı hainlik mi yoksa çapsızlık mı dersiniz. Yoksa, Yahudilerin ve/veya adeta Tanrı benzeri gücünden şüphe olmayan dış güçlerin oyunu mu? Ülkenin son 50 yılını şekillendirmiş ve bir dönemin mağduru olan, millete de büyük bedeller ödeten tecrübeli siyasetçilerin tecrübeleri ülkeye nedense fayda sağlamamıştır.1975’ten itibaren birbiriyle anlaşamayan ve aşırı uçların oyuncağı olan, kadrolaşma derdine düşen DEMİREL ve ECEVİT vardı. Sendikalar aynı bugünkü gibi temelde ikiye özelde ise neredeyse her siyasal partiye bölünmüştü. Varsa yoksa kadrolaşacaklardı! Bugünkü hükümetimizin kadrolaşma derdine düştüğü gibi!
Halbuki geçmişte ne ECEVİT, ne DEMİREL ürettikleri haram kadroların hiçbir faydasını görmeyeceklerdi. Bugünkü iktidarımızın kendi kadrosu zannettiği FETÖ’nün haram kadrolarından hayır görmediği gibi! O dönemlerde kadrolaşacağız diye Eğitim enstitülerinden 3 ayda öğretmen yapılıp ülkeye salınan insanların ülkeye ve eğitime verdikleri zararın bugün bile hesabı yapılamıyor! Yalın gerçek şu ki, bu ülkenin sözde büyük politik figürleri zurnanın zırt dediği yerde zokayı yutmuş hep aynı hataları yapmış ve memlekete büyük zararlar vermişledir.
28 Şubat sonrası ortaya koyduğu tavırla milleti değil 28 Şubatçı SIZMALARA hizmet eden Süleyman DEMİREL’in yaptığı yanlışların bir bedeli de bugünkü siyasi manzaradır. 2 Mayıs 1999 Pazartesi günü Meclise Başörtüsü ile giren ilk milletvekili Merve KAVAKÇI’ya “Burası devlete meydan okuma yeri değildir. Bu hanıma haddini bildirin” diye antidemokratik bir hınçla haykıran ECEVİT’in hatası da bugünleri hazırlamıştır. Aynı ECEVİT’in FETÖ muhabbeti çok iyi bilinir. FETÖ Adalet Bakanlığı’ndaki hakimiyetini ECEVİT döneminde sağlamıştı.
Mevcut iktidar, FETÖ ile dini referansları itibariyle yakındır. Genel anlamıyla ABD’nin Sağ akımları kullanma, Milliyetçi-Dini söylemlerin arkasında operasyonlarını gizleme potansiyeli son derece yüksektir. Dolayısıyla bu durum sağ iktidarların kandırılmaya teşne olmalarını bir dereceye kadar açıklıyor! Ancak ECEVİT neden kanmıştır? İdeolojik referansları itibariyle benzeştiği Kamer GENÇ’in gösterdiği basireti ve feraseti neden gösterememiş ve milletin kutuplaştırılmasında etkin rol oynayabilmiştir.
Bir başörtülü vekili “vurun kahpeye” üslubuyla ve haddini bildirin diye emir vererek, dışarı dışarı nidaları ile milletin meclisinden kovarken, milletin % 50 ’ye yakın kısmını meclisten kovduğunu, toplamda da %70’nin vicdanını kanattığını ve bunun siyasi bir sonucunun sandıkta kendisine çıkacağını nasıl hesap edememiştir! Geçmişte ABD’ye karşı efsanevi bir direniş gösteren ve bu nedenle çok sıkıntı çeken ECEVİT gibi bir liderin ABD’nin burnunun dibine soktuğu ve bizzat kendisine himaye ettirdiği hainlere uyanamaması da çok hazindir.
Ne yalan söyleyeyim. Siyasetin kirli olduğunu bilmekle beraber ben bu operasyonlara gelen siyasetçilerde yaşları itibariyle yetersizlik sorunu olduğunu düşünüyorum! Zeka sorunu olduğunu düşünmek istemiyorum. Siyasetçilerin 65 yaşında yaş haddinden zorunlu emekliliğe tabi tutulmaları düşüncesindeyim. Bu yaşı aşan kişilerden ancak danışmanlık anlamında faydalanılmalıdır.
Siyasetçilerin yaşlandıkça hırslarının arttığını buna mukabil muhakeme kabiliyetlerini yitirdiklerini hep gözlemledim. Ya siz?
Akıl Tutulması mı Hırs mı İhanet mi ?
Şimdi de mevcut iktidar büyük hatalar yapmakta ve iktidarın tecrübeli siyasetçilerinin büyük zokaları yuttuğu görülmektedir. Mesela ihanet içerde olduğu için kapının kilit tutmadığını görememekte ve dışarıda hain aramaktalar! İktidarın FETÖ konusunda en büyük sorumluluğu taşıdığı halde bedelini en küçüklere ödettiğinin farkında olmaması büyük bir gaflettir. Bunu farkeden çok kişi var ancak söyleyebilen çok az sayıda gazeteci ve aydın var ülkede. Gazeteci Ardan ZENTÜRK bunlardan biri olarak haykırıyor. “Tekrar söylüyorum, bu ülkede bir şeyler tuhaf gidiyor, hayati önemdeki mücadeleler sulandırılmaya çalışılıyor” diyor. Bütün siyasi partilere sesleniyor. Siyasete FETÖMETRE şarttır, diyor, “Bunu yapmayan, yapamayan parti, tarihin çöp tenekesine gidecektir, adı ne olursa olsun…” diyor! Fakat dinleyen yok!
İlave edelim. Hukuk güvenliğinin kalmaması, hukukun araçsallaştırılması, FETÖ borsasının ülkeyi sarması karşısında iktidarın aciz kalması zaten yeteri kadar zaaftır. Bu çerçevede ZENTÜRK’ün “Hukuk, ihanetin savunma mevzii olamaz!” tespitini de önemli buluyorum. Bu dönemde yaşanan kötü örneklerin yoğunluğu nedeniyle hukukun mücrimlerin aracı olduğu kanaati halkta pekişmiştir.
İktidarın Belediye seçimlerinden sonra izledikleri stratejiler farkında olmasalar da çok büyük aşınmaya sebep oldu. 1946-1950 tarihlerinde tek partiden çok partili hayata geçişte iktidarı devreden CHP sendromu yaşadılar. Bunu YSK’nın İstanbul seçimini yenileme kararıyla hastalığı tescillediler. Bu iki olay en kötüleriydi ve ekonomiyi alt üst ederek iktidarın ömrünü nasıl kısalttığını yaşayarak görecekler.
Sonuç olarak ana muhalefet partisi liderinin yumruklanması karşısında gösterilen inanılmaz bir tavırdı. Bu olaya tavizkar yaklaşıldı. Dahası Cumhur İttifakının bir kanadı teşvik etti ve Cumhurbaşkanımızın gördüğü ve seslendirdiği “Türkiye İttifakı” ihtiyacımızı kırmızı görmüş boğa refleksiyle reddetti. Oysa Milletin % 40’ı PKK’lı kabul edilmeye kalkılırsa veya o anlama gelecek söz ve fiiller ortaya çıkarsa memleket yangın yeri olur. Buna sebep olanlar yarın lanetle anılır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Kürt vatandaşların veya HDP’ye oy veren seçmenlerin AKP’ye oy vermesi bu partiyi PKK’lı yapmayacağı ve yapmadığı gibi CHP’yi de PKK’lı yapmaz. Kanaatim odur ki, yerel seçimlerde sistem olarak ülkeyi ittifaklara zorladıktan sonra HDP seçmeninin desteklediği ittifakı PKK’lı ilan etmek yanlış bir stratejiydi. Bu yanlışa düşen Cumhur İttifakının büyük ortağı sandıkta bedel ödedi. CHP ve temsil ettiği ittifak büyük bir yanlış yapmazsa, 24 Haziranda yenilenen İstanbul seçimleri iktidarın fiilen sonu olacak. Akciğere giden oksijen kesildiğinde veya çok azaldığında ne olursa o olacak.
Diyeceğim O Ki;
Çocuklara gençlere sözüm olmaz. Sadece onları bilgilendirir ve ikaz ederiz. Ancak bu dönemi yaşamış benim neslimden birileri ülkeyi ateşe atacak lafların ve eylemlerin içindeyse onları affetmem mümkün değil.
İstanbul seçimin yenilenmesi kararıyla çok daha hassas bir döneme girdik. 1970’li yıllardan sonra yaşadığımız filmlerin modern versiyonları yeniden vizyona sokuldu. Bugünlerde herkes ağzından çıkan söze dikkat etmeli. Şiddeti meşru gören ve gösteren söz ve hareket doğru değildir. Ankara Çubuk olayı büyük bir talihsizliktir. Dahası büyük bir provokasyondur. Ülkenin köküne konan bir dinamittir. Bazı deneyimli politikacıların yangına körükle giden söz ve tavırları bana 1975 ve sonrası felaketli yılları hatırlattı. O felaketli yıllarda yangına odun taşıyan siyasetçilerin hepsi daha sonra bedel ödediler. Ama şu bir gerçek ki o siyasetçiler halka, ödediklerinden çok daha büyük bedel ödettiler. Evlatlar istikballer milli varlıklar heba oldu gitti.
Herhangi bir siyasinin vatan toprağı içinde herhangi bir yere giderken güvenlikle ilgili hiçbir hesap yapması gerekmiyor. Bu hesabı yapacak ve güvenliği sağlayacak olan iktidar ve güvenlik güçleridir. Provokasyonları önceden haber alıp önlemekte güvenlik güçlerinin işidir.
Yarım asırlık böylesine dolu bir tarihi tecrübeye rağmen, ana muhalefet Partisi liderine yumruk atan koyun hırsızını kutsayan yazıları, resimleri, el öpme sırasına girme gibi adilikleri yazan ve yayan basın, ülkeye iyilik etmiyor. Bumerangdır bu. Döner ve sizi vurur. Bu ülkenin şehitleri hepimizin şehitleridir. Bu şehitleri bir siyasi partinin veya bir ittifakın şehitleri haline getirmek bölücülüğün dik alasıdır ve kısa yoldan ülkeyi bölme projesidir. Bilerek yapılıyorsa ihanet, bilmeden yapılıyorsa gaflettir. Ya benimsin ya kara toprağın diyen psikopat aşığın hezeyanları benzeri hezeyanlarla ülkeyi bir arada tutamayız.
Ülkemizi idare eden devlet adamlarımıza sesleniyorum. Ne olur uyanık olun. Biz geldik gidiyoruz. Çocuklarımıza torunlarımıza yazık etmeyin. Bir kez olsun şu zokayı yutmayın, yutmayalım. Ülkenin ve milletin selameti iktidar erkinden çok daha değerlidir! Ülkenin kaosa mahkûm edilmesi için yapılan çalışmaları, sizlerin bu konudaki basiretten mahrum yaklaşımlarınızı açıkça görüyor ve sizleri ikaz ediyoruz.
78 yaşındaki KILIÇDAROĞLU’na gösterilen şiddeti onun mezhebi üzerinden meşrulaştırmaya kalkanlar hain değilseler ancak ahmaktırlar. Malatya Maraş Sivas gibi bazı coğrafyalar bu ülkede il adı olmaktan çok daha fazla şey ifade eder! Bilmiyorsanız bilenlere sorun!
Deli misiniz? Neler söylüyor, neler yapıyorsunuz?
Bir başka hasta ruhlu kişi, işi rahmetli olmuş bir anneye dil uzatmaya kadar götürebiliyor ve millet bunlar üzerinden tartışmaya sürüklenmek isteniyorsa vah bizim halimize! Bunları yapanlar en başta insan değillerdir! Tam anlamıyla ahlaksızdırlar. Ayrıca ne Müslüman, ne de milliyetçidirler. Memleketini sevdiğini iddia eden hiç kimse bu şeytanlığı sevimli göstermeye çalışamaz. Bilerek veya bilmeyerek ülkelerine hainlik etmektedirler. Bütün bu rezillikleri bize Yahudiler ve dış güçler değil, bizatihi bizim düşük ahlakımız ve güdük düşünce iklimimiz yaşatmaktadır. Çünkü biz Allah’ın bir takdiri olarak babamızı bilmemizi avantaj gören, yine Allah’ın dilemesiyle babasını bilme şansına sahip olmayana piç diye hakaret eden, aşağılayan, fakat ne halt ettiğini düşünmediği için gerçekte fark etmeyen bir toplumuz!
Sorgulamayan, sorgulatmayan, sorgulayanı tehlikeli gören bir toplumuz. Sorgulamaya dinimizi ve ahlakımızı sorgulamaktan başlayabiliriz. Ne dersiniz?
Allah bizi ıslah etsin! Vesselam…