DİNİNİ YIKMIŞ HÜSEYİN UFUK UĞUR’A NASİHATİMDİR (1)


ali galip baltaogluBak Hüseyin  seni sana, beni sana  ve ikimizin arasındaki sorunu kamuoyuna anlatan birkaç sözüm ve belgem var.  Diyeceksin ki ikimizin arasındaki ihtilaftan kamuoyuna/halka ne?

Öyle değil o iş!  Sen Uşak’ta  olumsuz anlamda derin izler bırakmış, kamuoyunun tanıdığı bir insansın ve halkımızın  seninle ilgili  daha derli toplu ve belgeli bilgilenmeye hakkı var.

Bu yazı aynı zamanda   bir nasihatnamedir. Kabul edip etmemek senin paşa gönlüne kalmış! Sana nasihatlerimi ve insani uyarlarımı iki bölüm halinde yayınlayacağım. Bu ilk bölüm…

Biliyorsun Anadolu’da yalancı şahitlik yapana, dinini yıktı derler! Keşke yapmasaydın. Keşke yalancı şahitlik yaparak dinini yıkmasaydın, keşke bu kadar çok yalan söylemeseydin. Keşke benim yalan söylediğimi mahkemede iddia etmeseydin!

Yalanı Nezaketin Arkasına Gizlemek

Seni mahkemede dikkatle izledim. O ne kibarlık, o ne nezaket, o ne zarafet, o ne incelik, hayran oldum. Dikkat edersen konuşmandaki üslubun ve inceliğin için sana teşekkür bile  ettim.  Erkeklerde pek görülmeyen incelikte, sofistike, gerçekten takdir ettiğim bir caziben  ve  konuşma tarzın var. Güzel konuştun.  Aferin.

Aferin ama birader hep yalan konuştun. Yalanla ilişkiye girme

cüretinin  ve rahatlığının  çok boyutluluğu ve profesyonelliği beni rahatsız etti.  Binmişsin alamete gidiyorsun kıyamete! Nereye gidiyorsun sen öyle?  Düşündün mü hiç?

Bundan yıllar önce bu coğrafyada zulüm yapan iki rektör oldu. İkisi de 28 Şubat ürünüydü. Biri Ş.Ö.A. diğeri  A.Ş.

Ş.Ö.A.  kabalıkta ve nezaketsizlikte sınır tanımazdı.    Yetkilerini dan dun  kullanmaktan ve  zulme dönüştürmekten  zerre kadar çekinmeyen bir tipti.  Üst üste mahkeme kararlarını etkisiz bırakan  işlemler yapar,  ben güçlüyüm istediğimi yaparım kimseye de hesap vermem,   kanun, kitap, mahkeme de tanımam, derdi.  Kanun  benim diyen bir kanunsuzdu zatı şahaneleri!  Fransa kralı 14.Louis’ den el almıştı mübarek!  Ona benzemiyorsun!

Seni  diğer dekan ve rektör A. Ş.’na benzettim. O da senin  gibi yanlışını kibarlık ve nezaket perdesi arkasına gizlerdi.   A. Ş.  gibiler  yetkilerini kullanırken büyük bir nezaket kalkanının arkasına saklanır.  Açıktan krallığını   ilan etmez, başkalarının krallığını kullanarak düşmanlarını yok etme  stratejisini kullanır ve kendine has bir hâkimiyet alanı tesis ederdi.

Sıkıştığında neler yapmazdı ki!  Dekanı olduğu fakültede   sahte resmi evrak üretir, bu sahte evrakı  bizzat fakülte sekreteriyle  birlikte götürüp notere onaylatır ve kendi lehinde bir belge olarak mahkemeye sunardı.   Sahte belgeyi onaylayan notere gidip bunun hesabını sorduğumda,  “çok nazik  ve efendi bir adam olarak bildiğim rektörün böyle bir numara yapacağını hiç düşünemedim” demişti.  Anlayacağın bu ve benzeri tipler yapacağını nezaketle  yapar sonra da mağdur ayaklarında   her yerde ağlardı.

Bu iki düşman tipini tanıyan ben, düşman tercihinde bulunabilsem  Ş.Ö.A. gibilerini tercih ederim. Zira nezaket perdesi altında başkalarının yetkilerini kullanma stratejisi güdebilenlerin çok tehlikeli olduğunu yaşayarak öğrendim.  Ş.Ö.A . gibiler üstlerinin gücüne güvenerek  de olsa (koruyanı kollayanı Kemal Gürüz’dü)  riski doğrudan kendi üstlenir.  Diğeri ise yanlışına   farklı yetki  alanlarındaki kişileri  nezaketiyle  ortak eder!  Nezakete kanıp suça ortak olanlar bir bakarlar,  kendileri de savaşın ortasındalar ve kendilerini korumak zorundalar! Nezaket ehlinin (!)  pis işlerine karıştıkları için kendilerine leke sürülmesin diye  zorbalığın yanında   konuşlanmak zorunluluğu hissederler. Nezakete aldananlar, istemeseler de kendilerini aldatanın ahlakına bürünürler.  Dolaysıyla nezaket maskeli zorbalarla   mücadele zordur. Ne kadar dikkat ederseniz edin karşınızdaki  cephe genişler ve zalimler kendi adlarına savaşacak başka zalimleri yanlarına alırlar. Doğrusu   ben düşmanın da merdini, özgüveni olanını   seviyorum.   Dolaysısıyla sen karşısında konumlandığın herkes için  tehlikeli bir düşman profili çiziyorsun Hüseyin!

Ne dedin duruşmada ? “Ben devlet memuruyum. Partili değilim. Hiç partili olmadım. Benim partilerle ilgim yok. Bana hakaret ettiler. Ben, eşim ve  çocuklarım bundan etkileniyor cezalandırılmalarını istiyorum.

Avukatlıkta Harcanmışsın

Şu kadarını söyleyeyim, avukatlıkta harcanmışsın. Tiyatro sanatçısı olsaydın çok daha başarılı bir meslek hayatın olurdu!   Partili olmayabilirsin. Bu bizi ilgilendirmiyor.   Partili bir belediye başkanının yardımcısı olarak görev yaptın. Yaptığın her icraatın faturası o partiye kesildi. İktidar partisinin bugün   yaşadığı anketlerdeki  düşüşte senin  ve senin gibilerin payı var. Davul partililerin boynunda, tokmak senin gibi ben partili değilim diyenlerin elinde olacak, bunca yaşanandan sonra da partili değilim diye savunma yapacaksın öyle mi?  En ağır eleştirilere açık ve hazır  olacaksın, yok öyle yağma…

Usta bir Demagogsun

Gelelim süzüle süzüle yaptığın rollere. En iyi demagoglar  yanında solda sıfır kalır.      Hele son zamanlarda diye başlayıp, sosyal  medya trollerinin haysiyet cellatlıklarından  bahsetmen, tiyatronun demagojinin   şahikasıydı!  Bunlar çok can sıkıcıymış da,  namuslu insanlara zarar veriliyormuş da, hükümetimiz çare arıyormuş da,  falan  filan…

Mahkemedeki bu stratejini görünce aklıma büyük şair geldi.   Ne demişti söz üstadı   Necip Fazıl.

Demagog, iyi bilen nasıl avlanır gafil.

Hakikati bayıltıp ırzına geçen sefil.

Herkes  anlasın diye açıklayalım.  Demagoji kelimesi “bir kimsenin ya da topluluğun duygularını kamçılayarak, okşayarak, ona ya da onlara gerçekdışı şeyler söyleyerek onu ya da onları kendine çekmeye çalışma” eyleminin batı dillerinden dilimize geçmiş ifadesidir. Bu eylemi başarılı ve ustalıklı   yapanlara da  “demagog” deniyor. Bu ülke demagoglardan   çok çekti Hüseyin. Sen bu eylemi  sadece halk arasında değil, mahkemede hakim karşısında yapacak kadar usta bir  demagogsun…  Orada takındığın masum  rolleri   seni tanıyanları acı acı gülümsetecek cinstendi.

Hem vicdansızlık ediyor,  hem de  mağdur rolüne bürünerek  azgın fillilerini örtmeye çalışıyorsun.    Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olur, der atalar.    Bu konuda şikâyetçi olması gereken sen misin, biz miyiz? Bu nasıl bir pişkinlik Hüseyin Bey?   Bizim yapmamız  gereken yakınmayı sen yapıyorsun!

Trol Hesapları Senin İhtisasın

Hasan Rıza İLBEYLİ hesabı bir trol hesabı değil mi? Ben yargılandığım davada sahte  hesaptan yayın yapmaktan mı yargılanıyorum?

Sen de çok iyi biliyorsun ki,   şahsi  hesabımdan  aleni olarak seni eleştirdiğim için   yargılanıyorum. Kaçmıyor, göçmüyor, fareler gibi gizlenmiyorum. Savcı çağırmış gitmişiz. Bu hesap ve yazı sizin mi diye sormuş, evet demişiz. Savcı şikayetini haklı bulmuş  ve davasını açmış. Mahkemeye çıkmışız. Hakim  bu yazıyı siz mi yazdınız diye sormuş,    biz yazdık demişiz. Daha ne?   Birileri  gibi sahte hesaplar ardında saklanıp haysiyet cellatlığı yapan biz miyiz!  Mahkemeye  çıkıp hiç utanmadan tiyatro oynuyor, hâkimin gözünün içine baka baka yalan söylüyorsun.     Nasıl bir insansın sen?

Mahkemede yazılarımdan senin ve ailenin çok mağdur olduğunu çok rahatsız olduğunu  öğrendim. Öyle dedin. Ancak biz ağaç kovuğundan çıkmadık be  Hüseyin.  Bizim de kardeşimiz, eşimiz dostumuz, çoluğumuz çocuğumuz, öğrencilerimiz, arkadaşlarımız var. Belki inanmayacaksın  ama   senin ailenin,  çoluğunun  çocuğunun incindiği gibi inciniyorlar!  Ne kadar tuhaf  değil mi? Dünya senin ve egonun etrafında dönmüyor,  incittiklerin de    inciniyor!   Senin için değil ama ailen için üzgünüm..

Kural Pis İşlere Bulaşmamak

Ayrıca Hüseyin efendi,  aileni  ve çocuklarını düşünüyorsan, onları gözetecek   ve ona  göre bir hayat yaşayacaksın. Pis işlere bulaşmayacaksın. Çocuklarına temiz bir isim bırakacaksın. Hayatı şerefle tamamlamak isteyenler için kural budur!

Yalan söylemeyen birisine yalancı demek hakarettir. Ancak yalan söyleyene yalancı demek,   hele ki kişi üst düzey kamu görevliliği yapıyor ise, hakaret olmadığı gibi, toplumsal bir zaruret,  hatta ifşa eden için  sorumluluk ve  görevdir.  Yalancılık ve münafıklık yapan  kim olursa olsun, toplum onu tanımalıdır. Tanımalıdır ki şerrinden sakınabilsin…  Tanımalıdır ki, “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık (kötü huylara sahip birisi )size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın” ayeti kerimesi sosyal hayatta işlevsel hale gelsin   ve inananları  sonradan  pişman olacakları hatalara düşmekten korusun! Öyle değil mi Hüseyin? Düşün!

Dinini Yıkan Hüseyin Ufuk’u  Sait Hoca Anlatsın  

Öncelikle senin rektörün davasında yalancı şahitlik yaptığını söylemişim. Orada inkar ettin. Hayır ben yalancı şahitlik yapmadım, gördüğüm bir olayı söyledim diye!  ,

İşte ben  tam da  onu söylüyorum. Sen öyle bir şey görmedin. Yalan söylüyor, iftira ediyorsun.    Ben o mahkemeye sizin nasıl yalancı tanıklık yaptığınızı,  nasıl bir oyun kurduğunuzu bizzat kendisi anlatsın diye Sait ÇELİK hocayı   davet ettim. Lütfetti geldi. İki saat mahkeme kapısında bekledi.  Bildiğin gibi duruşmada şahidimiz hazır diyerek dinlenmesini talep ettik.   Ancak sayın hakim dava dosyasına etkisi/katkısı olmayacağı gerekçesiyle bu talebimizi reddetti.  Hâkim galiba haklıydı çünkü savcı davayı iftiradan değil hakaretten açmıştı. Ama yine de keşke   kabul etseydi de orada neyi gördüğünüzü mahkeme huzurunda tartışsaydık demekten kendimi alamıyorum.

Bir zamanlar Uşak’ta Nurullah CAHAN’ın belediye başkanlığından  alınması gündeme geldiğinde, sanki FETÖ mücadelesinde etkin bir şahısmış gibi kendini ortaya atmıştı!  Hatırlandın mı Hüseyin? Eski  başkanın  belediyedeki yolsuzlukları FETÖ mücahidi görüntüsü  altında unutturmak veya gizlemek için  kanal kanal   gezip,   “rektörü içeri biz attırdık, bizzat olayı takip ettik, arkadaşlarımız savcılıklara gidip ifade verdiler” şeklindeki beyanlarında  kastettiği  baş aktörlerden biri  de  sendin.   Sait Hoca www.usak.tv de  kumpası ifşa ettiği yazı dizisinin 6. Bölümünde    senin yalancı şahitliğin  konusuna  biraz girmiş ve   “…Savcılığın hazırladığı iddianamede tanık sıfatıyla, avukatlığın da verdiği ince bir işçilikle, iftira edenlerin başında gelen bir kişiliktir…” demiş. Dahası senin iftiralarını tafsilatıyla anlatıp   belgeleyeceğini söylemiş.     https://www.usak.tv/hit-haberler/sait-celik-yaziyor-kumpasin-delilleri-h40865.html

Seninle ilgili konuları bundan böyle   Sait Hoca anlatsın.   Şimdi çıkıp mahkemede  ben  yalancı şahitlik yapmadım diyebiliyorsun.  Tabii fikri takibi olanlar ve  ilgili  belgeleri arşivleyenler buna inanmıyor.    Sizlerle ilgili elimde ciddi  bir arşivim var!  Tarihçiyim ben Hüseyin. Tarih yazar,   İstesen de yazar, istemesen de… Bu saatten sonra çok konuşup kendi kalene gollük pas atmamanda fayda var!

Çıkıp mahkemeye kolaylıkla yalan söyleyemezsin.   Söylersen ne olur? İşte böyle olur!  Öyle FETÖ davalarına müdahil olup istediğinizi içeri attıracaksınız ve bunlar yanınıza kalacak  öyle mi? Yağma yok.!

Yolsuzluk Rivayetlerinde Adı Geçen Hüseyin Ufuk UĞUR!

Ne demişim ben davaya gerekçe olan yazımda: “Belediye ile ilgili nerede hırsızlık yolsuzluk rivayeti var hemen arkasından bu ismi duyuyordum

Şimdi  ne yapacağız  Hüseyin  kardeş? Savcı  suç görüp dava açtığına göre,  bu duyumlarımızı yazamayacak mıyız?  Susacak mıyız?  Şehre ve halka, devletin onların namusuna tevdi ettiği yetkilere ihanet edenleri yazmayacak mıyız?  Halkın haber alma ve bilgilenme hakkını görmezden mi geleceğiz?

Elbette susmayacak, dava açıldığında da  mahkeme salonlarına gidecek haklılığımızı savunacağız. Bin kez yargılatsanız bin kez söyleyecek, kumpasçılar deşifre olana kadar söylemeye devam edeceğiz.  Sana bir sır vereyim Hüseyin! Anayasal bir hak olan düşünce  ve ifade hürriyetimi   yasadışı yollarla engellemeye kalkanlara  inat    kullanmak gibi  hassasiyetim var…! Öncelikle aşağıdaki paylaşıma bir bak da hafızan tazelensin!

huseyin ufuk ugur rusvet

Beni Mecbur Ettin Hüseyin

Aslında sen beni şikayet ederek, sayın savcı da dava açarak bazı gerçekleri yüksek sesle haykırma ve seninle  ilgili bilgileri somutlaştırma hakkı tanıdınız. Oysa ben bu kadarını söylemiş ve geçmiştim.  O kadarını söyleyip daha ileri gitmemek senin için iltifat bile sayılmalıydı! Fakat sen  ve seni haklı bularak iddianame yazan  sayın savcı beraberce  beni icbar ettiniz hakkınızdaki bilgileri daha detaylı olarak  ifşa etmeye!   Bu saatten sonra bana düşen duyumlarımın gerçekliğini ortaya koymaktır.

Şimdi yukarıdaki belgeyi gördün mü Hüseyin?  İnceledin mi? Siz tv’de yüksek makamları temsil eden kişiliğinizle konuşuyorsunuz, vatandaşın biri de yorum yazıyor.

Ne diyor?  Bu adam benden inşaatım için rüşvet istedi

Bak Hüseyin, biliyorsun duruşmada  bu olayı söyledim ve geçtim. Bu kanıtı mahkemeye sunma ihtiyacı  bile duymadım.   Fakat ben bunu mahkemede söylemeden önce  şu ihtimali de gözettim.  Belki de bu adam sana iftira atıyordur. Zira bu ülkede bir çok müfteri var.  Adam fasık mı münafık mı bilmek lazım. İddianın üstüne hemen atlamadım. Önce sistematik ve kritik düşündüm. Dedim ki Ali Galip Hüseyin’in yalancı şahitliği sabit. Sizin rüşvet istediğinizi söyleyen Hakan Akdağ hakkında  böyle bir iddia var mı? Duyduğumuz bir şey yok.    Diyelim sizi rüşvet istemekle suçlayan Hakan Bey   size husumet duyuyor ve iftira ediyor.  Neden etsin? Herkes sizin gibi rahat iftira edip yalan söyleyemez ki! Ayrıca İnşaatı olan o, belediyede ruhsat imar işlerinde etkili yetkili olan ise sensin!  Kanaat ettim ki,  bu Hakan Akdağ ne fasıktır ne münafıktır. Senden canı yanmış bir vatandaştır. Bu iddiayı ortaya koyduğuna göre sana rüşvet de vermemiştir. Hakan bence doğru söylüyor.

Sonra  hali hazırda   Ağır Ceza Mahkemesinde  bir  başka şahıstan rüşvet istemekten yargılandığınız  bir dosya daha önüme gelince  benim açımdan kanaat  kesinleşti.   Peki Hüseyin şimdi bu ne ? Hani Cem Yılmaz soruyor ya Dr. bu ne diye…  Aynen Cem Yılmaz’ın sorduğu gibi soruyorum.   Hüseyin bu ne?   

Sana iftira mı atıyorlar? Sakın öyle deme iftira işleri senin ihtisasın diye biliyorum. Ben  duruşmada sadece  bu dosyanın yargı yerini  ve numarasını  kayda geçirmekle yetindim. O kadar.  Ne tesadüf değil mi orada da rüşvet istemekten yargılanıyor olmanız!   Tetabuk mu diyelim,  yoksa tevafuk mu? İkisi de  sana uyuyor Hüseyin!

Daha Uşak’ta benzin istasyonu sahibi bir ağabeyimden,  müteahhitlik yapan bir başka dostumdan ve sizi yakından tanıyan ve belediyeye işi düşmüş kişilerden  hakkınızda duyduğum yolsuzluğa dair rivayetleri  söylemedim bile.

Demek ki duyumlarımız gerçekmiş!  Duymak ve duyumu yazmak suç ise, gerçekleri yazmak da suç mu acaba? Sayın savcılar buna da dava açarlar mı? Bilmiyorum… Açarlarsa gider devletimize hesabını veririz. Ne yapalım… Demirden korkan trene binmez!

Beni Tanımıyorsun Öyle mi? Yalancının…..   

Gelelim  şahsıma düşman olduğunuz konusunu   yalanlamana ve    beni tanımadığın iddiana:

Ne dedin hâkimin huzurunda:   “…….Ali Galip BALTAOĞLU’nu tanımıyorum. Sadece ismen kendisinin adını duymuştum. Bizim sanıkla aramızda herhangi bir husumet de yoktur” Böyle dedin değil mi?  Kayda geçmeyen kısımda, bana husumet/düşmanlık beslediğiniz iddiamı   anlamadığınızı,  kesinlikle bana  husumet beslemediğinizi, benim yalan söylediğimi de söylediniz.

Yani Hüseyin bana karşı hiç bir düşmanlık duygusu beslemiyorsun öyle mi?

Bak Hüseyin, ben ağzımı açtığımda doğru söylerim ve doğru bildiğimi söylerim. Yaşım yarım asrı devireli epey oldu   ve beni doğru bildiğimi söylemekten alıkoyacak bir ölümlü henüz çıkmadı elhamdülillah.

İnsanım, yanılabilirim,  hatalı da  davranabilirim. Hatalı olduğumu  fark ettiğimde özür dilemekten de kaçınmam. Yaptığım kavganın bir anlamı olmalı. Kavga ederken  yanlış yapmaktan korkarım.  Gazap duygusuyla  yanlış yaptığım, kalp kırdığım da olmuştur. Her beşer gibiyim. İnsanım.  Şu var ki,  hata da ısrar etmem.     Adaletle şahitlik yapmaya, herhangi bir kişi ve gruba duyduğum sempatimin ve antipatimin beni adaletten alıkoymamasına, insaf çizgisinden saptırmamasına dikkat ederim. Bilir misin bilmem ama bu bir ayet hükmüdür. (Maide .8)

Hiçbir Zalime Minnetim Yok. 

Bilmeni isterim. Giriştiğim her kavgamın  bir ahlakı vardır Hüseyin.  Beni yakından tanıyanlar ve öğrencilerim bunu çok iyi bilir! Rektör ÇELİK’e olan şahitliğim ve ona iftira atanlarla kavgam da bu  ilkelerim ve tıynetim nedeniyledir.   Benim vukuatım çoktur Hüseyin! Zira hayatım boyunca zayıfların, yardıma ihtiyacı olanların, hakkı gasp edilenlerin yanında olmaya özen gösterdim. Bu nedenle hareketli bir hayat yaşadım.  Kul nesimi’nin dediği gibi Sırat-ı Mustakim üzere gözetirim Rahimi/ İblisin talim ettiği yola minnet eylemem/ Zerrece tamahım yoktur şu dünya varına/ Rızkımı veren Hüda dır kula minnet eylemem..

Anlamadın değil mi? Bir hatıra bağlamında yaşadığım bir olayı anlatayım. Neden anlaşamadığımızı da anlamış olursun belki!

Sanıyorum 2008/2009 yıllarıydı. Sınıf Öğretmenliği Bölümü’nde derslerine girmiş olduğum  üç öğrencim bana geldi. Derslerine giren bir hocayla ilgili   hoş olmayan şeyler  anlattılar. İdareye şikayet edin tavsiyesinde bulundum. Defalarca ettik sonuç alamadık hocam dediler. Bunlara asla müsamaha edilemez dedim ve kendilerini  basına yönlendirdim. Gidip basına yaşadıklarıyla ilgili röportaj verdiler.  Öğrenciler, aletle ders  anlatan, garip hareketleri nedeniyle öğrencileri korkutan, taktığı öğrenciye keyfi not verip sınıfta bırakan    bir hocayı basında ifşa edince ortalık  karıştı. Fakülte yönetimi daha önce de bir çok sıkıntılı icraatını bildiği hocayı uyarmak ve tedbir almak yerine,  hocayı korumak için harekete geçti. Basına röportaj veren öğrencilere soruşturma açıp okuldan uzaklaştırma cezası verdi.     Fakülte yönetimine yaptıklarının yanlış olduğu, verdikleri cezanın hukuka aykırı ve öğretmen adayı öğrencilerin istikbalini yakmaya yönelik olduğu, bu yaptıklarıyla öğrencilere kötü örnek oldukları haberini gönderdim. Zira bu ceza, gençlerin    öğretmen olmalarını engelleyecek bir cezaydı.   Vicdansızlık ve hukuksuzluk yapmamalarını idareye tavsiye ettim.    Fakat yaptılar.  Öğrencileri teskin ettim ve korkmamalarını söyledim. Cezayı kesinleştirdiklerinde o üç öğrencinin dava dilekçelerini bizzat yazarak idare mahkemesinde yürütmeyi durdurma ve cezanın iptali kararı almalarını sağladım.

Bu kez  fakültede görev yapan bu hocanın  röportaj verenlerden taktığı  kız öğrenciyi iki  kez,  Prof. payeli bir başka hocanın  da bir kez  Matematik ’ten  kasıtlı olarak bıraktığında  olaylara fahri danışman sıfatıyla  tekrar müdahil oldum!  Yardım istemek için gelen sınıf öğretmenliği öğrencisi kızımıza, bana ne demedim! Ona şunu  sordum.  Sınav kâğıdından emin misin? Gerçekten hocanın  sana kasıtlı  düşük  not verip  dersten  bıraktığına  inanıyor musun? Öğrenci, kendinden emin olarak  benim kağıdım daha yüksek not alır,  beni kasten bıraktılar hocam  cevabını verince, o öğrencinin dava dilekçelerini de  bizzat ben yazdım.  Yolu yordamı öğrettim. Öğrencimiz üç sınavdan da mahkeme kararıyla daha yüksek not alıp geçti. 55/50/40  olan matematik notları,  mahkeme kararıyla  73/ 65/50 olarak belirlendi. Mahkeme önce yürütmeyi durdurma, sonra iptal kararları verdi.  Öğrencimiz bileğinin ve hukukun gücüyle sene kaybetmeden  mezun oldu!

Hukuka dayanan bileğin hakkını tanımayan hukuku  ne severim ne de tanırım  Hüseyin!   Olay çalıştığım fakültede gerçekleşmişti.   Sınav değerlendirmesinin  mahkemeye verilmesine yardımcı olduğum  hoca her gün koridorlarda karşılaştığım birisiydi. Dava edilen kurumun idarecileriyle de her gün aynı binanın içinde çalışıyorduk.    Kimseyle kötü olmama gibi insanı dilsiz şeytan yapan  ahlaksız   ve münafık bir  ilke  yüzünden Allah’a (C.C.)  hesabını veremeyeceğim süreçlere kendimi  hiç bir zaman mahkum etmedim.  Bu vicdansız idari sorumluların tüm şehirde yıllarca süren hakkımdaki  olumsuz propagandalarına  aldırmadım. Allah her şeyi bilen, haberdar olan,   yerde ve  gökte  hiçbir şeyin  kendisinden  gizlenemediği bir yaratıcıydı!   Dolaysıyla Allah’ın ölçülerinden habersiz, ölçüsüz kulların hakkımdaki yargıları beni hiç bağlamadı!

O öğrenciler bizlere emanet edilmişti ve onları   yetiştirmek ve haklarına sahip çıkmakla mükelleftik.  O gençler,  sorumluluk sahibi bireyler olarak yetiştirmek zorunda olduğumuz ülkemizin öğretmen adaylarıydı. Haklarına sahip çıkma bilinci veremediğimiz öğretmenlerden nitelikli insanlar yetiştirmesini bekleyemeyiz.   35 yıllık eğitimcilik hayatım boyunca   hiçbir öğrencimin hakkını bilerek isteyerek zayi etmemişimdir. Verdiğim notlar da davalık olmamıştır. Onlara iyilik yapmayı, iyi olmayı, karşılıksız vermeyi ve sevmeyi öğretmeye çalıştım.  Notun silah değil,  vasıta olduğunu bilen öğretmenler yetiştirmeye çalıştım.    Öğretmenlik böyle olmayı gerektiren hayati önemde bir meslektir. Bu siyasi, kültürel ve sosyal vasatta pek  bilinmese de!    İşte bu olayların yaşandığı ülkemin üniversitelerinde kral çıplak diyenlerin sayısı çok azdır maalesef.   Eskişehir’deki katliam türü olaylar olmadan kimse sesini çıkarmaz. Olaylar unutulduğunda yine derin bir sessizlik çöker kurumlar üzerine!  Her şey çok iyiymiş gibi yapar herkes. Yeni ve büyük bir olay patlak verene kadar sürer bu riyakârlık!

Gelelim kıssadan hissemize ve esprimize!  Anlattığım bu olayların gerçekleştiği yıllarda fakülte idaresi yeni binada  oda paylaşımı yapmış ve  beni öğrenci notlarıyla  oynayıp  mahkemelik olan bu arkadaşla aynı odaya koymuş. Oturma planında bunu gören arkadaş hemen devrin rektörü A.Ş’ye gidip, ben o adamla oturmak istemiyorum,  o adam delinin teki demiş!

Anlayacağın Hüseyin deliliğe de alışığım. Hakkı savunanlara deli denmesi firavun sünnetidir! Bütün resuller delilikle suçlanmıştır. Hakkı savunan insanlar Donkişot diye hafife alınmaya çalışılır ve delilikle itham edilir.  Hatırlıyor musun  saz arkadaşlarından Sezayi kendi sitesindeki paylaşımlarında  benim  kumpası deşifre eden yazılarımdan yıldığı  Mayıs 2017’de  “bu deli cesareti nereden geliyor” diye sormuştu da, cesaretin kaynağını  vekillere dayandırmıştı! İlkesiz insanların anlayacağı bir şey değildi yaşanalar zira!

Deli cesareti dediğiniz haktan gelir Hüseyin!  Ancak siz gibilerin  yanlış bildiği şudur.  Hakka sahip çıkan insanlar Allah indinde değil, firavun ahlakında delidir!  Bu konuda halk irfanı hakka sahip çıkana deli dendiğini bildiğinden, “atın iyisine doru yiğidin iyisine deli” derler özlü sözüyle  deliliğe olumlu anlam yüklemiştir.

Sonuç olarak  Rabbimden kendi adıma tek  dileğim ayağımı yere sağlam bastırması, doğru istikamet üzere ayağımı sabit tutmasıdır.   Bu güne kadar “Yâ Rabbi, gireceğim yere doğrulukla girmemi, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkmamı nasip eyle; yüce katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” duasıyla yaşadım. Bu çerçevede ve  bu huy üzere Rabbimin emanetini alması en büyük duamdır.

Demem o ki, bu akıl bu başta olduğu sürece ben ne dersem doğrudur Hüseyin!  Bunu sakın unutma! İşine haram karıştıran dostların da unutmasınlar.

Yalanla Gideceğin Bir Yer Yok

Bil ki, yalanla dolanla, alavereyle dalavereyle gideceğin hiçbir yer yok. İnsanoğlunun gözünü bir avuç toprak doyurur. Bu halk deyişi hakikatin ta kendisidir.    Doğrusu   mahkemede yalan söylemeni yadırgamadım.  Yalancı şahitlik yapan,  yalan mı söylemeyecek? Bu kadar rahat yalan söylemene ve bunu  hakim önünde tiyatroyla icra edebilecek   kadar usta olmana  takıldım.  Evladım yaşındaki hakimin önünde  bana husumetin olmadığını ve tanımadığını söyleyerek   beni  yalanlayamazsın.  Benim o hakim yaşında evlatlarım  var!     Bu beni incitir.    Bir hakimin bana bu adam yalan söylüyor olabilir mi diye  bakması  bile beni incitir Hüseyin!

İşin doğrusu, Allah’a ve hesap gününe inanıyor musun? Ondan da şüphem var! Allah’tan korkmanı ve utanma duygusunu yitirmemeni dilerdim. Normal bir insan senin yaptıklarını yaptıktan sonra evine gidip uyuyamaz. Eşinin çocuklarının yüzüne bakamaz. Hatta aynaya bile bakamaz. Zira muhtemeldir ki, siret   aynadaki  surete vurur ve aynalar   müfterilere  iyi  demez!

Ama artık kabul ediyorum.  Sizlerin biyolojik ve psikolojik mekanizması farklı çalışıyor.  Aslında Sünnetullah  işliyor!   Kötülükler içselleştirildiğinde kalp mühürleniyor yapacak bir şey yok!  “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de bir perde  vardır; dehşet verici bir azap beklemektedir onları.”(Bakara 7)  

Korktun mu Hüseyin. Korkmadın değil mi? Tahmin etmiştim!  Zira bu ayet inananları  bağlar ve uyarır. Kalbi ve kulakları mühürlenmişlerde hiçbir etki yapmaz!  Onlardaki etki hesap günü ortaya çıkacak! Bu ayetin mesajını  alan   kalpler  senin yaptıklarını asla yapamaz.

Hakim Huzurundaki  Yalanın Deşifresi

Dönelim hakim önündeki yalanına. Bana  düşmanlık hissi taşımadığını ve tanımadığını söyleyen dilini ifşaa edecek  ve  hafızanı tazeleyeceğim Hüseyin!

Aşağıda Muhterem KURUÇAY denen haysiyet celladı müfterinin   4 Kasım 2016 tarihli  paylaşımı var.  Hatırlandın mı? Yokla hafızanı, bu adamı tepe tepe kullanıyordunuz bir zamanlar hatırladın mı?

huseyin ufuk ugur nasihatimdir 1

Peki şimdi aşağıdaki şu yorumları hatırladın mı? Unuttun mu yoksa? Bu kadar çabuk unutmuş olamazsın.

huseyin ufuk ugur rusvet nasihatimdir 1

Hatırladın mı Hüseyin? Bu yorumlarda bizzat senin tarafından da  provoke edilmiş bir çok şuursuz bana galiz  hakaretlerde bulunmuştu.  Bana üst üste davalar açan savcılar bu haysiyet celladı için kovuşturmaya yer yoktur kararları veriyor, suça ve suçluya sahip çıkıyorlardı!  Görevlerini kötüye kullandığı kanaatinde olduğum bazı savcılar bizi bazı kuduzların önünde savunmasız ve  hukuk güvencesinden mahrum bırakıyorlardı..

Rektöre ve bana yönelik provokasyon günleriydi malum!  Bir yorumcu şöyle diyordu: “Ali Galip Baltaoğlu’nu kastediyorlar. Şimdi döverler bu adamı. Ufuk Uğur bey ülkücülere gaz veriyor. Aman dikkat mhp lileri belediyede  fetöcü diye işten atan Ufuk Uğur bey mhp’li olmuş. vahhh vahh”  Bu yorumdan da anlaşılıyordu ki, Uşak’ta bir çok kişi senin kılıktan kılığa giren yapını  tespit etmişti.  Bin bir kılığa girebilmek ve bunu  sürdürülebilir kılmayı başarmak  herkesin harcı değildi!   Gün MHP’li olma günüydü ve  galiba sen de  olmuştun!

Bu kadarı yeter mi Hüseyin? Yorumlar kısmında şahsıma baştan aşağı galiz  küfür ve tehdit içeren yazıları  ayrıca  hatırlatmıyorum.  Sen onları çok iyi biliyorsun. Öldürmekten, bacaklarımı  kırmaktan bahsedenler vardı. Dahası   şişelerle çok fazla iştigal ettiklerinden  ve şişede durdurduğu gibi durmadığından olsa gerek, şişe fantezisi yapan, yetersizliklerini ve sapkınlıklarını  şişe fantezileri   üzerinden anlatan çakal bozması sırtlanlar vardı.   Hiç tanımadıkları bir adama hakaret ve tehdit yarışına girmişlerdi.  Senin gibiler tarafından kullanıldığını bilmeyen  fikir ve siyaset kabızı,   afyonlamış  soytarıların hedefi olmuştum.

Neyse fazla söze  gerek yok, hatırlandın mı?    “Hatırla sevgili o mesut günleri” diye bir şarkı var ya ben sana onu   söylemiyorum”,  “Hatırla Hüseyin o meşum günleri , melanetleri ve şerefsizlikleri,” diyorum.  Hatırladıysan bir de  şuna bak ve hatırla…

huseyin ufuk ugur nasihatimdir rusvet 1

Hatırladın mı? Bana küfür edenleri beğenmişsin Hüseyin! Yıl 2016, aylardan  Kasım.

Hani beni tanımıyordun Hüseyin?

Hani bana husumetin yoktu?

Hani ben yalan söylüyordum?

Mahkemede estirdiğin o yalan rüzgârları neydi öyle?     Utanmadan, arlanmadan, yüzün kızarmadan,  en ufak bir rahatsızlık belirtisi göstermeden, söz söyleme  üzerindeki tüm ihtisasın ve  profesyonelliğinle yalanlar  söyledin. İbretle izledik seni.

Sen nasıl   bir vicdan  ve ahlak üzeresin Hüseyin?  Yaşından başından da mı utanmıyorsun?  Nasıl bu kadar rahat yalan söylüyorsun?     Senin onur dediğin şey, hakim karşısında yaptığın tiyatronun aksesuarı mı? Başkalarının,  yani senin gibi  “onur”unu  aksesuar   olarak kullanmayan, onurunun üzerine titreyen   gerçek insanların  onuru ne olacak?

Bunca yaptıklarınıza rağmen nedense mahkemelerde sizlere gereksiz bir cüret hali geliyor!  Buralar bizden sorulur gibi bir havanız var. Daha önceki bir duruşmada yaptığı fiili hakime anlattığımda   yalan diye yüksek bir ses tonuyla itiraz etme cesaretini gösteren Adil ERKEN’de  gördüm bu küstahvari tavrı.    Beni birinin yalanlaması için yalan söylüyor olmam gerekir. İlyas EROL adlı öğrenciye verdiği bilgiyi İlyas EROL ve iki tanığına rağmen  yalanlayan Adil ERKEN de bana yalan isnat etmenin bedelini yargı önünde eninde sonunda ödeyecek. İlyas EROL doğru söylüyor, Adil ERKEN ise yalan söylüyor, belgeler ve tanıklar bunu gösteriyor. Nokta!  Adil ERKEN de  rektöre ve bana kumpas kurup üstüne yatamayacağını senin gibi  görecek!  Ona da ayrıca zaman ayırıp  nasihat edeceğim.  Onun mahkemesinde de üç hakim değişti. Kimin neyi ne kadar anladığından emin değilim. Dolaysıyla yargılamaların kesilmemesi için ilk tedbir olarak Hükmün açıklanmasının geri bırakılması talebimi geri alacak, gerekirse bu davaları  Anayasa Mahkemesi’ne kadar takip edeceğim. Sen Volkan TURAN, Sezayi DAŞDEMİR  veya Adil ERKEN, kimse   hayatların yok edildiği  bir kumpasta rol alıp,  aşağılık iftiralar edip bunları devletin resmi belgeleri  haline getirip üstüne yatamaz Hüseyin… Sizin  bütün bu eylemlerinize  sahip çıkan  kamu görevlileri varsa şayet, onlar  kamu görevlisi değil görevine dolaysıyla milletine  ihanet edenlerdir. Bu tiplerin benim lisanımdaki karşılığı haydut, Allah indindeki konumları zalimdir.

Sizlerin böyle rahat davranabildiğiniz, profesyonelce haklıymış gibi rol yapabildiğiniz  ve yalanlar söyleyebildiğiniz   mahkemelerde adil yargılanmayacağıma dair bir kanaat oluştu bende!  Hakimlere güvenmediğimden değil!  Sizlere güvenmediğimden! Yaşadığım  süreçlerde ve yargı organları önünde    öyle hile ve  desiselerinizi gördüm ki, dosyaların derinlemesine tetkik edilmediği durumlarda sizlerin yargıyı yanıltması işten bile değil. Hakimlerimizin geneli itibariyle çok genç ve tecrübesiz olmasının sizlerin hareket alanını genişlettiğini de  görüyorum. Artık  bazı tedbirler alacağım!  Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını  da istemiyorum.   Ben cezam neyse razıyım. Sorun şu ki, sizler cezanıza razı mısınız?

Neye güveniyorsunuz bilmiyorum Hüseyin.  Ancak güvenmemeniz gereken şeylere güvendiğinizi biliyorum.  Bilin ki, Allah’a ve haklılığınıza güvenmiyorsanız bedeli ağır olur. Zira Sünnettullah olup  kaçışı yoktur! Yaşayan görür!

Haftaya devam edecek..


Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.