Uşak eski belediye başkanı Nurullah CAHAN ve bir dönem yardımcılığını yapan Avukat Hüseyin Ufuk UĞUR benden şikâyetçi olmuş ve savcı bey hakkımda iki ayrı dava daha açmış. Hayırlısı olsun diyemeyeceğim. Çünkü bu tür davalar ülkemizde fikir ve ifade hürriyetinin kısıtlanmasına dair ciddi bir hukuk sorunun somut göstergeleri.Hukuka hiçbir şekilde uygun olmayan davalara itirazım var!
Kişilik haklarımıza saldıranlar, şahsıma galiz hakaretler edip iftiralar atanlar hakkında basın savcıları kovuşturmaya yer olmadığına karar verirken; hakkımda en ağır isnatlarda bulunan kişilerin yalanlarını ifşa ettiğimiz yazılarımız içinse hakaret ettiğimiz hatta iftira ettiğimiz iddiasıyla bazı savcılar tarafından özellikle de ismi bende mahfuz bir basın savcısı tarafından hukuk kuralları gözetilmeden devamlı dava açılıyor. Bu duruma karşı nefsi müdafaa hakkımız doğuyor.
Beraatla Sonuçlanan Dava Ve Hikâyesi.
Nurullah CAHAN’ın şikâyetiyle bana yeni bir dava daha açan savcı, beraatla sonuçlanan davanın da savcısı. Aslında hakkımda açılan nerdeyse bütün davaların savcısı.
Eski rektör Sait Çelik’e fetöcülük isnat edildiği günlerde belediye medyasında ve sahte hesaplarda yoğun bir propaganda yapılmış, Sait ÇELİK’in ve ona yakın çalışan şahsımın fetöcü olduğu
iddia edilmişti. İddiaların sahipleri; bazı tanınmış kişiler ve bunlar tarafından beslenen trollerdi.
Bu iddia sahiplerine karşı savcılık kanalıyla yaptığım savunma hamleleri bizzat o günlerde yetkili savcılar tarafından akamete uğratılmıştı. Savcı şahsıma fetö isnadında bulunanların basın hürriyetinden faydalandıklarını söylüyordu! Bize yapılan hakaretler konuyla ilgisi olmayan AİHM kararları bahane edilerek kapatılıyordu. Dolaysıyla bizim şikâyetlerimiz her şart altında kovuşturmaya yer yoktur kararıyla sonuçlanıyordu. Bu süreçte haysiyet cellatlığı yapanlara eylemleri için savcılık kararlarıyla adeta yol açıldı ve kanat gerildi.
Örneğin; bana FETÖ’cü, tarihi eser kaçakçısı demek yasaldı. Fakat ismimin Uşak’taki fetö çatı iddianamesinde fetöcü olarak geçirilmesine sebep olan, fetöcülerle yakın ilişkilerini bildiğim Arş. Gör Adil ERKEN’e bazı somut verileri ortaya koyarak fetöcü demem, yasa dışıydı. Adil ERKEN’in şeref ve haysiyetine saldırı idi! Hakkımda açılan bu davalar devam ediyor ve biz mahkemede henüz Adil ERKEN’in fiillerinin araştırılmasını sağlayamadık. Azimle kendimizi müdafaa ediyor, mahkemenin olayların arka planını eninde sonunda araştıracağını umut ediyoruz.
Sonuç olarak çok ilgi çekici bir süreç yaşadık. Kavgayı ayırma numarasıyla araya giren saldırganların arkadaşları tarafından elimiz kolumuz tutularak dayak yememiz sağlanıyordu. Ancak bunun sokak kavgasından daha da kötü bir yanı vardı. Saldırganların yani bizi galiz hakaretlere muhatap kılan sokak serserilerinin arkadaşları yetki sahibi idi. Önce dayak atılmasını sağlıyorlar, mücrimleri yetkileriyle temizledikten sonra da kendileri dayak atmaya girişiyordu. Sayelerinde cezaevini bile gördük! Asıl felaket ve leke bu idi! Çünkü yetkiyle atılan bu dayağın sonucu sicilinizin berhava edilmesi, özgürlüğünüzün kısıtlanması, lekelenmeme hakkımızın elinizden alınması sonucunu doğuruyordu. Böyle bir süreçten geçtik maalesef.
Gelelim açılan davaya.
İşte yoğun saldırıya uğradığımız o günlerde Yrd. Doç. olan Gökhan ACAR adlı bir şahıs, büyük bir özgüven ve cesaretle valiliğe başvurmuştu. Rektörün ve benim FETÖ’cü olduğumu iddia etmişti. Rektörün Tarihi eser kaçakçılığı yaptığını, benim de bu konuda onun gizli işlerini yaptığımı, olaylar açığa çıkacak korkusuyla Antalya’ya kaçtığımın söylediğini anlatmıştı! Hem de devletin koskoca valisinin bilgisi ve gözetiminde!
Tanık Gökhan ACAR önüne gelene saldıran, döven, çevresine korku salan eski milli boksör bir akademisyendi! Sınav yaptığı öğrencinin burnunu kırmış, bundan yargılanmıştı. Bunu geldiği üniversitede de yapmıştı. Hatta kendisinin üniversiteye gelişine vesile olan doçent arkadaşına saldırıp gözünü morartmıştı. Çalıştığı fakülte sekreterine de küfür ve hakaret ettiği için ceza aldı diye hatırlıyorum. İnsanlara Üniversite gibi bir bilim yuvasında saldırmak ve darp etmek sigara alışkanlığı gibi basit bir kötü alışkanlıktı bu arkadaş için! Bu gerçekleri tüm üniversite bilirdi.
Hakkımdaki ifadesini duyduktan sonra bu gerçekleri tüm kamuoyu da bilsin istedim! Deli saçması niteliğindeki iddialar çok ciddi bir fetö dosyasında kullanılmış, devletin valisi, başsavcısı, KOM müdürü makul ve mantıklı görmüştü. Bilinsin istedim! Hiçbir devlet görevlisi ona ne saçmalıyorsun arkadaş, senin bilincin yerinde mi, dememişti ve bu adam üniversitede ülkenin çocukları emanet edilmişti. Bilinsin istedim. Kısacası bu kadar saçmalığı yetkili devlet görevlilerin bilgisi ve onayı dahilinde devlet evrakı haline getiren adamın, nasıl bir kişilik olduğu bilinsin istedim. Kimse köpeksiz köyde değneksiz gezmesin. AİHM’nin deyimiyle basın halkın ve kamunun bekçi köpekliği görevini yapsın, kamuoyunu ve devleti yönetenleri gerçeklerle yüz yüze getirsin istedim. Fakat öyle olmadı.
Gökhan ACAR adlı müfteri kendisini ifşa edince, iftiraya ve hakarete uğradığını iddia ederek savcılığa şikâyette bulundu.
Savcıya yaptığım savunmada Gökhan ACAR’ın hakkımdaki iftiralarını, hezeyanlarını, hakaretlerini belgeledim. KOM ifadesini önlerine koydum. Ayrıca sayın savcının şeref ve haysiyete yönelik saldırı gördüğü konuları tanık göstererek belgelerle ortaya koydum.
Sayın savcı benim ortaya koyduğum delillerle ilgilenmedi tanıklarımı dinleme lütfunda bulunmadı. CMUK 172 ne diyordu sahi! “Maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için SAVCI, şüphelinin aleyhine olan delilleri de lehine olan delilleri de toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür”
Öyle değilmiş meğer! Sonuç olarak savunma delilleri araştırılmadı ve toplanmadı. Hukuk kâğıt üzerinde kaldı! Vatandaş Rıza, mahkemelerde cebelleşmeye devam edecekti.
Savcı Tarafından İftiraya Uğratılmak!
Sayın savcı, “Gökhan Acar denen öfke kontrolü olmayan hasta olması kuvvetle muhtemel bir boksör BİMER’e şikâyetlerde bulunuyormuş” cümlesini onur ve şerefe saldırı saydı!
Dahası, Gökhan ACAR’a iftira attığımı iddia etti. Savcıya göre ben elimde belge olmaksızın, dava dosyasını bilmeksizin bu masum kişilere “ işlemediğini bildiğim halde suç isnadında bulunmuştum” Bu sayın savcı aynı isnadı hakkımda açtığı diğer davalarda da yaptı!
Bu iddianameyi okuduğumda dehşete düştüm. Şikâyeti uzun süre elinde tutan sayın savcı 6 Temmuz 2018’de özgürlüğüm kısıtlanmadan beş gün kadar önce açmıştı davasını. Tesadüf değildi!
İddiayı okudum ve cezaevinde acı acı güldüm. Bu nasıl bir mantıktı? Bir savcı nasıl bu kadar taraf olur ve hakikatleri ters yüz ederek iddianame yoluyla iftira sonucunu doğuran bir metne imza atardı? Kanaatime göre sayın savcı sadece hakaret suçu değil, aynı zamanda bir de iftira suçu uydurmuştu.
Savcı; önüne koyduğum KOM belgesine rağmen, “yazının konu aldığı soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı bulunduğu, şüphelinin söz konusu yazıyı yayınlarken herhangi bir veriye, resmi belgeye dayanmadığı” diyordu.
Gerçek değildi! Zira belge elindeydi.
Ben buradan şunu anlıyordum. Senin bana verdiğin belgenin gerçek olup olmadığı beni ilgilendirmiyor. Yazının yazıldığı tarihte dosya gizliydi ve resmi bir belgeye dayanmıyordu!
Savcının bu tavrını elbette yadırgadım. Zira ben hayatım boyunca gerçeklerin peşinde oldum. Resmi belgelere dayanan o kadar çok yalan gördüm ki! Savcı da görmeliydi! Ayrıca resmi belgelere intikal etmeyen ve karartılan gerçekler, intikal edenlerden çok daha fazlaydı. Türk Hukuk Tarihi’ndeki örnekleri saymakla bitmezdi. Ama savcı bey bunlardan habersiz görünüyordu. Tecrübe eksikliği miydi, yoksa kasıt mı?
Söz konusu yazı yazıldığında soruşturmanın üzerinde gizlilik olduğu doğruydu. Ama ben kendimle ve rektörle ilgili iddiaları biliyordum. Rektörün Fetö ile mücadelede beraber çalıştığı bir mesai arkadaşıydım. Birçok olaya yakinen şahit olmuş biriydim. Ailesinin bile bilmediği birçok ayrıntıları biliyordum. Dolayısıyla rektörün savunmasının hazırlanmasında aileyle ve avukatıyla yakından çalışıyor, bazı savunma metinlerini bizzat yazarak avukatına ulaştırıyordum. Bu nedenle mahkemede tanıklık etmek istedim ama mahkeme savunmanın bu talebini reddetti. Bizim açımızdan saklı gizli bir şey yoktu.
Benimle ilgili deli zırvası iddialar rektör hocaya kollukta sorulmuştu. Bunları duyduğumda kan beynime sıçramıştı. Bu kadar ahmak ve bu kadar cüretkâr olmalarını yadırgamıştım! Benim fetöcü olduğumu, hayallerinde uydurdukları Alman ajanlarına çalıştığımı, tarihi eser kaçakçılığı yaptığımı devlet belgesi haline getirecek kadar cüretkâr olanlar, benim cüretimin ve cesaretimin zekâtı olmayacaklarını hesap edememişlerdi. Yaptıklarının gizli kalacağını, kurbanlarının kuzu misali boyunlarını onlara uzatacağını hesap etmişlerdi. Olay ortaya yayılınca gizliliği ihlal etti diye savcıların kapsını aşındırmışlardı!
İddianamenin içeriğinden benim suçumun soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek olduğu hissine kapılıyordum doğrusu! Ama dava hakaretten ve iftiradan açılmıştı!
Savcının tarafımdan müştekiye iftira edildiğine dair kanaati müthişti. Şöyle ki;
“Hakkında gizlilik kararı bulunan soruşturma dosyası içerisinde hangi deliller bulunduğunu bilmeden Sait Çelik isimli şahsa ve şüpheli Ali Galip Baltaoğlu’na kumpas kurulduğundan, bu doğrultu da müştekinin de kumpasın içinde yer aldığından bahisle, müşteki hakkında soruşturma başlatılmasını sağlamak amacıyla, internet yayını vasıtasıyla, işlemediğini bildiği halde suç isnadında bulunulduğu kanaatine varılmıştır”
İnanılmaz bir yorum ve değerlendirme değil mi? Sayın savcı savını dosya gizli olduğu için dosyayı benim bilemeyeceğim görüşüne dayandırmıştı.
Öncelikle dosyanın içinde benimle ilgili olan kısmı bilmem ve belgesini ortaya koymam benim için yeterliydi. Savcı için neden yeterli olmadı?
Şayet savcı böyle bir yorum yapıyorsa, Ali Galip Baltaoğlu böyle diyor ama dosya gizliydi ve o dosyada onun görmediği bilmediği şu deliller onu yalanlıyor ve dolaysıyla iftira atıyor, demek durumunda değil miydi?
Ayrıca savcı böyle bir tespit yapabilseydi. “işlemediğini bildiği halde suç isnadında bulunulduğu” iddiası yapılabilir miydi? “ Yapamazdı!
O zaman şöyle demek zorundaydı. “her ne kadar sanık böyle bir iddia da bulunmuşsa da dosyanın tamamındaki bilgilere vakıf olmadığı için sanık tarafından görünen gerçek budur ve iftira suçu oluşmaz.”
Bir iddia da bulunuyorsanız iddianızı temellendireceksiniz. Müddei iddiasını ispatla mükelleftir. En azından biz hukukta öyle biliyorduk! Savcının iddiasının hiçbir temeli maalesef yoktu.
Galiba sayın savcı hakkımızda dava açmayı kafaya koymuştu ve kendince mantıklı bir değerlendirme yapıyordu! Hâlbuki davanın konusu bu değildi. Savcı neden iftira isnadıyla ilgisiz şeylerle ilgileniyor diye sormakta haksız mıyım?
Yok, o tarihte soruşturma gizliydi, resmiyette bilemezdi falan filan gibi sözler nedendi? Sanık müşteki hakkında şu iddiada bulunmuştur. İddia gerçek değil yalandır veya iftiradır, demesi yeterliydi. Ayrıca gizliliğin ihlaline dair bir suç ve yanlış varsa gizliliği ihlalden başka bir dava açabilirdi. O davanın açılmasını çok arzu ettim. Ama açmadılar. Zira böyle bir suç isnadıyla beni çağırdıkları anda oyunu bozacağımı, hiç istemedikleri konuların kapağını açacağımı biliyorlardı. Ağır cezada tanıklığım reddedilmesi de aynı sebeptendi kesin kanaatini taşıyorum.
İşin doğrusu savcının iddiası dosyanın gizliliği meselesi de çok su götürür bir konudur! Bence o dosya resmiyette gizliydi!
Operasyon başlamadan önce dosyayı bir biz bilmiyorduk! Yani dosyada ismi geçen hedefe konmuş kurbanlar içindi o gizlilik! Başka bazı şahıslar dosya ile ilgili, her şeyi biliyor sosyal medyada, gerçek ve sahte hesaplarda işliyordu.
Rektöre yapılan operasyondan nerdeyse 1,5 ay önce Muhterem KURUÇAY’ın basın toplantısında söz ettiği konuları tek tek üzerinde gizlilik olan savcılık dosyasında bulduk! Tesadüf müydü?
Dosyadaki bazı konuları, özel olarak bilgilendirildiğini söyleyen gazeteci olduğu iddiasındaki Nurullah ÇAVUŞOĞLU da biliyordu! “Sayın başsavcı vekilimle görüştüm, ben çok şey biliyorum, savcıların kimleri çağırdıklarını biliyorum, kimleri çağıracaklarını biliyorum“ mealinde sözleri röportajlarında açıkça söylüyor; başsavcı vekiliyle oturup kalkmanın rahatlığıyla konuşuyordu.
Bu dosyayı Uşak eski Belediye Başkanı Nurullah CAHAN da çok iyi biliyordu. FETÖ’cü rektörü içeri tıktırdım, arkadaşlarımız bizzat şikâyetçi olarak olayın içindeler, davayı takip ediyorlar diyordu. Büyük FETÖ savaşçısıydı Sayın CAHAN(!)
Hepsinin videoları bende mevcut. Sayın CAHAN’IN bir şekilde internet ortamından yok etmeyi başardığı videolar dâhil. Onlar yok etti, ben sakladıkları yerden çıkardım ve arşivledim. Bu nedenle bunlar iftira diyenler savcılığa koşup dava açtırmasın ve yargıyı meşgul etmesinler. Yeter ki istesinler, internet ortamına koyması ve yayınlaması benden!
Sonuç olarak dosyada ki gizlilik kararı bazı gariban ölümlüler içindi kesin kanaatini taşıyorum!
Evet, bu dava Uşak 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde sonuçlandı. Mahkemenin sayın hâkimi benim iddialarımı ispat babında delillerimi sunmama bile gerek görmedi. Yazılı savunmamı yeterli gördü. İftira iddiasından suçun sabit olmaması (CMUK/2-a) nedeniyle, beraat kararı verdi. Hakaret iddiasında ise, yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması (CMUK /2-e) nedeniyle beraat kararı verdi.
Sonuç olarak dava sonuçlandı ama ben sayın savcının iddianamesinde şahsımla ilgili “ işlemediğini bildiği halde suç isnadında bulunulduğu kanaatine varılmıştır” kanaatine varmasını şahsıma yapılmış bir hakaret sayıyorum.
34 yılını eğitimciliğe adamış, 21 yıl aralıksız bu ülkenin öğretmen yetiştiren bir fakültesinde öğrencilerine model olabilmekten başka bir amacı olmamış bir eğitimciye bunu nasıl yakıştırdı bilemiyorum.
Yüce Allah’ın laneti işlemediğini bildiği halde, bir başkasına suç isnat edenlerin üzerine olsun. (Âmin)
Sayın savcıya sadece şunu söylemek isterim: Benim için “işlemediğini bildiğim halde, bir başkasına suç isnadında bulunmak“ namus, şeref ve haysiyet yoksunluğudur. Allah Kitabı Keriminde iftira edenleri hain olarak tarif eder. Bunu yapanlar toplum düşmanı katıksız hain ve nesebi gayri sahih mahlûklardır. Bu tür filleri işleyenler dünyanın en alçak en rezil yaratıklarıdır. Esfeli safilindir.
Evet sayın savcı. Zorlama ve hiçbir hukuk mantığı içermeyen yorumlarla böyle bir suç isnat etmeniz beni derinden yaralamıştır, bilesiniz. Daha dikkatli ve adalet üzere olsaydınız keşke!
Son olarak sayın savcıya şunu sormak isterim: Müşteki dediğiniz zatın; şahsıma fetöcülük, tarihi eser kaçakçılığı isnat etmesi nedir? Müştekinin beni ve rektörü Alman gizli servisi ve Türkiye düşmanlarıyla çalışan hainler olarak anlatan hikâyesi ve buna dair isnatları nedir?
Bu isnatlar gerçek midir? Gerçekse neden gereğini yapmıyorsunuz?
Sizde biliyorsunuz ki, bunlar yalan ve iftiradır. Bu durumda müşteki Gökhan ACAR’ın “işlemediğini bildiği halde, bir başkasına suç isnadında bulunmak” suçunu işlediği aklınıza gelir mi?
Hukuk mantığınızı anlamam gerçekten çok zor!
Tespitlerimin sizi incitmemesini dilerim. Sizin yaşınıza çok yakın evlatlarım, sizin yaşınızdan büyük öğrencilerim var. Bir ömrü devletime milletime ve eğitime harcamanın özgüveni ile bu hakkı kendimde görüyorum. Ülkemde adalet dağıtmakla, hem kamunun hem vatandaşın haklarını gözetmekle görevli bir savcıya dostça tavsiyelerimin ve nasihatlerimin mazur görüleceğini umut ediyorum.
Yapıcı eleştirilere açık olmalısınız. Biliniz ki, savcılıkça şikâyetlerimizin üstünün kapatılmasına şaştık, şaşıyoruz. 2016 yılında galiz hakaretlere maruz bırakıldığımız halde, fail Muhterem KURUÇAY’a halen dava açılmamasına şaşmamıza, şaşırmazsınız herhâlde! Bu adama 3 yıldır nasıl dava açılamaz?
Hatırlıyor musunuz sayın savcı. 15 Kasım 2016’da bu işlerden servet edindiği söylenen kendini bilmez bu adama Ülkücülüğü Kabadayılık Zanneden İftiracı Başkana Cevabımdır!” başlıklı bir makalede cevap vermiş ve hakaret ve iftiralarını ortaya koymuştum. Bkz.
http://www.usak.tv/ulkuculugu-kabadayilik-zanneden-iftiraci-baskana-cevabimdir-makale,173.html
Ben cezaevindeyken 2018 Temmuzu-Ağustos aylarında uzlaşmak istiyor musunuz diye sorulmuştu. Uzlaşmayacağımı yargılanmasını istediğimi söylemiştim. Hala dava açılmadı. Bu dosya hangi sumenin altında kaldı, bilinmez!
Bana hakaret edenlere dava açılmaması, bu hakaretçilere ve haysiyet cellatlarına karşı yazdığım yazılardan dolayı yine haysiyet cellatlarının şikâyetleriyle böyle davalar açılması “BENİM İÇİN GÖRÜNEN GERÇEKTİR“. Sayın savcının bana olan garezi nedir bilmiyorum. Anlamıyorum da! Onun için, ama daha ziyade de ülkem için üzülüyorum. Konu ben olunca sayın savcı sinekten yağ çıkartıyor.
Şu kadarını söyleyeyim. O sayın savcının hakaret diye tavsif ettiği cümleler gerçekten hareket kabul edilse, ülkede hiç kimse kalem oynatamaz. Bir başka makalede de bu konuları işleyeceğim.
Sayın savcıya son bir soru sormak isterim. Hakkınızda fetöcü, tarihi eser kaçakçısı vb. gibi iddialar yapılsaydı, adice yalanlarla haysiyet cellatlığına maruz kalsaydınız ne yapardınız?
İnsanların şeref ve onurlarıyla oynayanların, hoyratça ve hainane isnatlarda bulunanların, lekelenmeme hakkınızı ihlal edenlerin, onurlarını ve haysiyetlerini korumak maksadıyla, bu kadar kolay iddianame yazabilir miydiniz?
Mücrimlerin yargı işleyişi alet edilerek bu denli korunmasını kabullenmemi beklemeyiniz. Hürriyetlerimi hiçbir gücün hukuka aykırı olarak gasp etmesine izin vermememi hak ve vatandaşlık bilincime yorunuz lütfen.
Varsa özgürlüğün bedeli bugüne kadar ödediğimiz gibi bugünden sonra da öder, fikir ve ifade hürriyeti başta olmak üzere her türlü hürriyetimize sahip çıkarız. Haksızlıkları asla kabullenmeyiz. “Haksızlığa karşı çıkıp hakkını aramayan, hem hakkını hem şerefini kaybeder, ” diyen Hz. Ali istikametinin yolcuları olduğumuzu bilmenizi isterim.
Hemhal olmanızı, yani empati yapmanızı arzu ederim, sayın savcı!
Kabul ederseniz yapıcı bir eleştiri/tenkit ve dost nasihatidir…