Küçük bir ilçede propaganda faaliyetleri sırasında bir parti başkanı, Mevcut başkanımıza “hırsız” diyen de oldu… Vatan hainlerinin yanında yer almaktansa hırsız bizim hırsızımız arkadaşlar, biz yanında yer alırız!” demiş.
Önce insanlığıyla, sonra da, diniyle, imanıyla, şerefiyle haysiyetiyle oynanmış bir milletin fertlerinin düştüğü acıklı durumu anlatıyor bu sözler! Siyasi tarihimizde “çalıyor ama çalışıyor” denilerek çalışkan hırsıza bir eğilim hatta iltifat gerçeği vardır. O kadar çaresiz ki! Çalıp çalışmayanlar, tüm toplumu çalıp çalışanları hoş görmeye, meşrulaştırmaya götürmüş!
Tam anlamıyla bir hezeyan hali! Rezillik, ahlaksızlık, ruh sefaleti ve düşkünlük! Arkadaş biz çalanlara mahkûm muyuz? Hırsızlar arasından bir hırsız seçmeye mecbur muyuz, diye soran yok! İktidarıyla ve muhalefetiyle, önümüze hırsızlardan bir hırsızı, yandaşı, yakını, arkadaşı, akrabayı koyan politik düzeni sorgulayan da yok. Bakın partilerin aday gösterdiği adaylara? Halk bu adaylardan
kahir ekseriyeti itibariyle memnun değil. Çünkü adayları halk değil, liderler ve lidere yakın çevreler belirledi. Lider sultası altındaki bu politik düzen halk talep etmeden kendiliğinden asla değişmeyecek. Mevcut liderler, siyasi partiler kanunu değiştirmeyecek, parti üyelerinin tercihte bulunduğu, tabanın tercihlerini önceleyen bir demokratik düzen halk dayatmadıkça asla kurulamayacak. Hâlihazırda çalmanın meşrulaştırıldığı, eline fırsatı geçirenlerin ÇALMAYI KAZA ETMEDİĞİ normal bir düzende yaşıyoruz!
Yanlış hatırlamıyorsam 2000 veya 2001 yılıydı. O sıralar Kıbrıs’ta seçimler söz konusuydu. Siyasi durum karışıktı. Rahmetli Denktaş’ın muhalifleri iyi organize olmuştu ve Avrupa’dan ciddi destek alıyorlardı. Denktaş’ın siyasi ekibi ciddi bir sarsıntı içindeydi. Türkiye’de devlet olarak bütün gücüyle Denktaş iktidarını ayakta tutmaya çalışıyordu.
O yıllarda Atatürk Araştırma Merkezinin uluslararası bir kongresinde bildiri sunmuştum. Kongrede öğle yemeği molasında Türkiye adına Kıbrıs’ta aktif görev yapan teknokrat bir arkadaşımla yan yana oturduk, sohbet ediyoruz. Ona “Kıbrıs’ta durum nedir” diye sordum. Hocam, “gerçeği mi söyleyeyim, dışarıya verdiğimiz görüntüyü mü,” diye sordu. “Reel durumu soruyorum, gerçekleri saklamak kendi kendimizi kandırmaktan başka işe yaramaz ve hiçbir soruna çözüm üretemeyiz,” dedim. Arkadaşım, “hocam Kıbrıs’ta gerçek şu; Hırsızlarla hainler kapıştı, biz de çaresizlikten ve mecburen hırsızlardan yanayız,” dedi. “Denktaş hırsız mı” dedim. “Hayır ekibi hırsız” dedi. Kıbrıs mücadelesinin efsanevi ismi rahmetli Rauf Denktaş’ın beraber siyaset yaptığı, bizim milli davanın müntesipleri olarak gördüğümüz ekibe “hırsız” diyordu arkadaş. Çok şaşırdım ve canım sıkıldı. Zira Denktaş’ın şahsi kişiliği, Kıbrıs davasına, milli davaya adanmış bir ömürdü. Peki ya çevresindekiler neydi?
Aslında şaşıracak bir şey yoktu. Tarih boyunca hep böyle olmuştu. Denetlenemeyen ve sınırlandırılamayan tüm iktidarların hırsızlığa ve her türlü şerre engel değil perde olacağına tarih şahitti! Ama efsane eksenli tarih eğitimi bize bu gerçekleri idrak ettirmemek için kurgulanmıştı!
İktidar nimetleri neden insanları hırsızlığa sürüklüyor? Bu sorunun cevabı Kitab-ı Kerim’de çok açık bir şekilde yazıyor. İnsanı ve nefsini bu anlamda tenkit ve tahlil eden bu kitabı okuyan ve yazarını anlayan pek azdır! Zira kitabın başka bir ifadeyle Allah’ın(cc) önüne geçen âlimlerimiz, Allah’tan rol çalan büyüklerimiz, küberamız vardır. Kitabın anlaşılamayacağını iddia ederler, kitabı anladığı varsayılan âlimlere başvuruyu teşvik ederler. Bu nedenle Müslüman toplumumuzda başı sıkışan insanlarımız Kuran’a değil, alim olduğu varsayılan koşar ve çözüm bekler.
Geçtiğimiz aylarda ünlü fıkıhçımız Hayrettin KARAMAN “Rüşvet vermek caiz, almak ise haramdır” şeklinde fıkhi bir görüşü paylaştı. KARAMAN bu örneği, “Zarurete dayalı uygulama örnekleri” başlığı ve bağlamı altında vermişti.
Elbette ortalık karıştı. KARAMAN’ın şahsında özellikle laikçi çevrelerden, kişinin yanlış görüşünü değil de, özde İslam dinini hedef alan haksız saldırılar yapıldı.Samimi ve muvahhit Müslümanlar KARAMAN’a haklı olarak büyük tepki gösterdi ve eleştirdi. KARAMAN birden boy hedefi haline geldi. Gelen vurdu giden vurdu. Kendi bile ne olduğunu anlayamadı!
Öyle ki kendi mahallesinden birileri bile mezhepçilik taassuplarına halk nezdinde haklılık kazandırmak için KARAMAN’ı günah keçisi olarak kullandı. “Ehl-i sünnet karşıtı fikirleri ve Mezhepsiz görüşleri ile bozuk din adamlarına düşkünlüğüyle tanınan Hayrettin KARAMAN’dan, rüşvetle ilgili sapıkça satırlar” gibi algı yaratmaya matuf maksatlı haberler yapıldı. Halbuki adam ehli sünnet çerçevesi içinde üretilen bir fetvayı kaynak göstermişti. Mezheplerini din edinmiş anlayışta, bu tür gayri ahlaki görüşlerin, kendilerinde değil, ehli sünnet anlayışı dışında, kendilerince sapık kabul edilen anlayış sahiplerinde olabileceği algısına çalışıyordu. Ehli sünnet adına kendilerini konuşmaya yetkili görenlerin, mezhebi görüşleri içinde Kuran’a aykırı, hak prensiplerini ve insanlığı berhava eden bir çok hüküm üretilmemiş gibi davranması da bilindik bir propaganda usulüydü! Mezhep bombasının gönüllü fünyeleri oportünizmin, omurgasızlığın şahikasını KARAMAN üzerinde gösterdiler!
Bizim neslimiz hatırlar. Ehli sünnetin çarpıtılmış din anlayışını bilen, küçük bir ihtimal ama belki de bu ilkeye inanan 1980 darbecisi Kenan EVREN, “ulul emre itaat farzdır, Allah’ın emridir” diye uçaklardan propaganda broşürleri attırmıştı. Zalim uygulamalarına Müslüman halktan böylece destek sağlama çabasındaydı. O günlerde bunu başardı da! Kenan EVREN, Resullullah’a isnat edilen “Emîriniz, fâzıl veya fâcir her nasıl olursa olsun, (onun emri altında) cihad etmeniz size farzdır. Keza, namazı da fâzıl veya fâcir ve hatta kebâir (büyük günahlar) işlemiş bile olsa her Müslüman’ın, arkasında kılması bütün Müslümanlara farzdır,” uydurma sözünü, zulmüne dayanak yapıyordu. Zira, ehli sünnet âlimlerinin “ Bu hadisi şerifte de açık şekilde görüldüğü üzere, Ulü’l-Emre (Devlet Başkanı) itaat için onda dindarlık aramak şart değildir” diye hüküm ürettiğini de çok iyi biliyordu!
Tarihte zalimlere ve firavunlara itaati sağlamak için üretilen bu tür sözde dini kurallar günümüzde dahi, çağdaş firavunlara ve zalimlere destek amacıyla elan kullanılıyor. KARAMAN’a saldıranlar arasında sözleriyle fiilleri uyuşmayan mezhepçi ekollerin de olması son derece manidardır. Yaptıkları ahlaksız bir fırsatçılık olmaktan öte Türkiye’de hakim dini geleneğin düşünce ve ruh sefaletinin bir tezahürüydü.
Tarih boyunca, dini guruplardaki hainler bu tür çelişkili fikri iklimlerde yetiştirildi. Bir kısmı sonucu görene kadar hain olduğunu bile bilemedi! Halbuki inanç ve imanla tahkim edilen örtülü ihanet, ihanetlerin en büyüğü ve tehlikelisiydi. Zira ihanetin askerleri kendilerini altın nesil zannedebilirdi!
Irak’ı ABD’ye teslim eden Kesnizani Tarikatı, Pakistan’da Tahir-ul Kadri örgütü, Türkiye’ de FETÖ hangi dini esaslar dahilinde yetiştirildi? Söz konusu dini algıyı yaratan eğitim esasları şimdiki halde hangi dini guruplar tarafından uygulanmaktadır? Araştırınca göreceksiniz!
Neden bu konular konuşulmuyor? İslam ülkelerinde Mehdiyet hareketleri neden görülmek istenmiyor? Neden bu girift problemler ülkenin ve akademinin bir numaralı gündemi değil? Düşünün lütfen!
FETÖ muadili Tahir-ul Kadri örgütü tarafından Pakistan’da darbe yapıldı. Örgüt üyelerinden oluşan Pakistan Yüksek Mahkemesi tarafından Navaz Şerif iktidardan uzaklaştırıldı. Batı destekli bu örgütün lideri de rüyasında durmadan peygamberi görüyor, taraftarlarını FETÖ gibi rüyalarla manipüle ediyordu.
Irak’ta FETÖ muadili Kesnizani örgütü de Saddam’ı bitirdi ve ülkeyi ABD işgaline hazırladı. Saddam Hüseyin’in kimsesi kalmamıştı. Yakalandığında fare gibi bir çukurdan çıkarıldı. Irak’ın orta kesimini Bağdat dahil düşmana teslim eden, babasına ve ülkesine ihanet eden oğul Uday, Şeyh Muhammet Kesnizani’nin müridiydi. Kardeşler Vatban ve Barzan’da ! Saddam’ın eşi Sacide Hayrullah’ta Kesnizani müridiydi. Saddam’ın yatağındaki ABD/MOSSAD patentli yılan karısıydı! İşgal günlerinde ABD bu nedenle “Saddam’ın her nefesini, hatta yatak odasını bile izliyoruz” diyordu. İhaneti, her gece yılanına sarılıp uyuyan Saddam’ın son üç aya kadar ruhu bile duymamıştı!
Saddam’ın ordusu generalleri ve istihbarat örgütü Kesnizani örgütünün eline geçmiş, generaller askerlere sivillerinizi giyip evinize gidin emri vermiş, savaş uçaklarını kumlara gömdürmüştü. Ülke tek kurşun atmadan ABD işgalcilerine teslim edildi. Milyonlarca mürit tarafından ülke satıldı. Bir milyon Iraklının ABD tarafından katledildiği süreç böyle başladı.
Dolayısıyla kimseye güvenemedikleri için devletin stratejik noktalarına oğlunu, kızını, damadını bacanağını, arkadaşını atayanlar rahat uyumamalılar! Bu her daim haşhaşi yetiştiren akla ve bilime düşman dini gelenek, insanların oğlunu kızını hatta eşini bile elinden almaya muktedirdir! FETÖ’ye karşı FERTÖ muadili yapılarla mücadele edilemez.!
En tehlikeli hain inanan haindir! Darbe teşebbüsüne kadar kimsenin burnunu kanatmayacağına inanılan söz de sahabe emsali altın nesil, boğaz köprüsünde bir muhtarı şehit ederken gözünü kırpmadı. 15 kişiyi şehit eden pilota eline sağlık diyen, kamera önünde işlediği cinayetlerine mahkemede montaj diyebilen hain kurmaylar nereden çıktı? Kim yetiştirdi bunları? Neye inanıyorlar? Nasıl inanıyorlar?
Daha düne kadar Sayın Cumhurbaşkanımızın kapısının önünde bekleyen polislerin, arkasında duran yaverinin, FETÖ’cü olduğunu biliyoruz. TSK’nın pilotlarının % 90’ının FETÖ’cü olduğunu 16 Temmuz’da öğrenmiştik. Bugün bilmediğimiz adalet kurumlarımızda, sivil bürokraside, siyasi partilerimizde ve üniversitelerimizde daha ne kadar FETÖ’cü olduğudur. Zira sivil kurumlar kesinlikle temizlenmedi. Cemaatler FETÖ’cü yatağı! Çeşitli cemaatler adına çıkıp fikir beyan edenlerin gerçekte FETÖ’cü olup olmadığını, bugünkü şartlarda asla bilemezsiniz. Üniversitede bir FETÖ’cüye kefil olan, kendisine FETÖ’cü olduğu söylendiği halde, “o döndü FETÖ’cü değil diyen” ve Hak Yol Cemaatinden bilinen YÖK üyelerinin olduğunu biliyorum. Bu adam bugün önemli görevlerde. Sosyal medyada hergün FETÖ aleyhine yayın yapıyor. Gerçekte Hak Yol ekolünden mi, yoksa kripto FETÖ’cü mü? Kimse bilemez! Ben de bilmiyorum! Devleti yöneten sivil yapı Deniz Kuvvetleri’nde oluşturulan FETÖMETRE sistemi benzeri sistemlerle soruşturulmadıkça hiç kimse bu konuda emin olamaz. Mahkeme tutanaklarına geçen bu tür bilgi ve tespitler, muhatap korunuyorsa araştırılmıyor! Zayıf ve korunmuyorsa, bu olaylar iddianamelere sokulup mahkumiyet gerekçesi yapılıyor. Yaşadıklarımdan dolayı, bugün FETÖ ile mücadelenin samimi olarak yapıldığını da maalesef düşünmüyorum.
FETÖ tipi dini gruplardaki hainlerin nasıl yetiştirildiği gibi hayati bir konuyu, ülke olarak hala gündemimize alabilmiş değiliz. Ülke her zor duruma düştüğünde bunların ihaneti boy gösteriyor ve bundan böyle de gösterecek. Her alakasız olaydan mezhepçilik propagandası yapmak için malzeme çıkaran, muhataplarına iftira eden küçük beyinler medyaya hakim. Öyle ki mevcut iktidarın ve sistemin sahiplerinin “din adamı” Hayrettin KARAMAN hoca bile, serseri kurşunlardan ve salvolardan kurtulamıyor!
Sonuç olarak asıl konuya dönecek olursak, KARAMAN’ın kırdığı bu pot globalde Müslümanlara, özelde de kendi itibarına çok zarar verdi. Yanlış anlaşıldığını, söylediklerinin çarpıtıldığını söyledi ve bu konuda makaleler yazdı ve çeşitli basın kuruluşlarına beyanlarda bulundu. Haklı olduğu taraflar da vardı. Ama bu konudaki tedbirsizliğinin ilerleyen yaşıyla ilgili olduğunu düşünüyorum.
Eski Türkiye’de bu tür açık ahlaksızlık ve tutarsızlık içeren fetvalar pek tepki yaratmazdı. Çünkü çok bilinmezdi. Ama 21. yüzyılda bir çok bilgiye muhatap olan insanlara, dünya vatandaşlarına bu tür görüşleri din diye dayatmak artık pek mümkün olmuyor. Dayatıldığında da ateist veya deist nesiller doğal olarak çoğalıyor. Nedeni değil sonucu tahlil etmeye alışık burnunun ucunu bile göremeyen kör zihniyet işin içinden çıkamıyor, gerçekte de ne olduğunu anlayamıyor!
Bu gerçekler ortadayken, iktidar nimetleriyle sarhoş, muhtemelen bu yerel seçimde kısmen uyanacak olanların bazıları saçmalama haklarını sonuna kadar kullanıyorlar. Örneğin, dayısının oğlunu ilçe milli eğitim müdürü atatan bir sayın vekil, yapılanı önce inkâr etti. Sonra bir insanın dayısının oğlunun belli bir makama gelmesinin yanlış bir şey olmayacağını söyledi. Üzerine gelinince Cuma hutbelerinde okunan Nahl Suresi 90. ayetin, bunu emrettiğini ifade etti: Eylemine kaynak gösterdiği ayet aynen şöyle söylüyordu: “ALLAH adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya yardım etmeyi emreder. Kötülükten, fenalıktan ve azgınlıktan ise sizi meneder. Öğüt almanız için sizi böyle aydınlatır.”
Programcı, ayeti çarpıtan vekile, sizin yaptığınız bu ayetin gereğini yapmak mı diye, tepki gösterince, sayın vekil, sen Allah’ın ayetine bile karşı geliyorsan ben ne yapayım mealinde bir cümle kurdu. İnsanın inanası gelmiyor ama bunlar oldu ve oluyor ülkemizde. Küçük dili yutmak mümkün olsa, yutacak insan! Bu fahiş yanlışların bedelini tüm halkın ödeyeceğini fark etmeyen, muhalefette iken söylediklerinin tam tersini söyleyen ve yapan sayın vekil, referansı münasebetiyle “İslam ve Müslüman” kavramlarına verdiği zararı bilemeyecek derecede muhakeme körü ve iktidar sarhoşuydu.
İşte Allah’ın ayetini çarpıtarak yanlışına perde yapmaya kalkan sayın vekilin bu talihsiz sözlerinin yanına, Nureddin TOPÇU’nun 1965’te kurduğu şu cümleleri koyarsanız, bugün ne kadar büyük bir krizle karşı karşıya olduğumuzu anlarız. “ Müslümanlık, yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer ne ahlak ne de Allah uzanır bunlara. Bunların önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri lazım.”
Birileri hala bu ülkede sakız orucu bozar mı, kutupta nasıl namaz kılacağız, uzayda kıbleyi nasıl belirleyeceğiz, sağ ayakla tuvalete girsek olur mu? Falan duayı kaç kere okursam ne kadar sevap alırız, zengin olmak için hangi duaları okuyalım, gibi soruları cevaplasın, sözde din anlatsın! Üstelik bundan para kazansın! Burası bir İslam ülkesi…!
Lafın geldiği yer, tam fıkranın yeri: Adamın biri herkesten önce camiye gider ve camide imamı bir kadınla uygunsuz bir durumda yakalar. Başlar saymaya, Tuuuuh senin gibi imama, tuuuuuh yazıklar olsun sana ki bir de camide yapıyorsun, tuuuuuh… diye devam edecekken imam adamın sözünü keser. Bunun işini bitireyim sıra sana gelecek; SEN NASIL ALLAHIN EVİNE TÜKÜRÜRSÜN, demiş!
Zihni iğfal edilmiş. Akıl mantık ve ahlak ifsadına uğramış bugünkü Müslüman toplumların genel durumu tam da budur! Günümüzde hırsızları, hainlere üstün tutan, hırsızın hainden de daha büyük hain ve hainleri üreten bir yapı olduğunu görmeyen anlayışı besliyor büyütüyor ve yaşatıyoruz.
Ben her şeyden önce kamu malını yağmalayanlar için hırsız kavramının yeterli olmadığa inananlardanım. Kamu malını yağmalayanlar için sadece “hırsız” kavramı fiili tarifte yetersiz kalmaktadır. Bunların hırsızdan öte “YAĞMACI-BOZGUNCU” sıfatı ile anılmalarının Kuranî tespit ve tariflere daha uygun olduğunu düşünüyorum.
Zira kamu malına el uzatanlar ve haksız olarak yiyenler tüm toplumun düzenini, huzurunu ekonomik refahını çalıyorlar. Ekonomik olarak dara düşen toplumlarda yasa dışı işlerin artması, her alanda dezenformasyon, toplumsal çürüme, içte ve dışta milli vakar ve duruşun bozulması, kaçınılmazdır. Böyle bir ülkenin ayakta kalması mümkün değildir. Dolayısıyla, kamu malını/parasını çalmak hırsızlık ötesi bir eylemdir.
Sokaktaki tinercilerden ve uyuşturucu bağımlılarından, ticareti yapılan kadınların kaderine, beslenme yetersizliği nedeniyle hastalanan çocuklardan, yokluğun teşvik ettiği ahlaksızlıklara, kriminal bir çok suç türünden, ülkenin 70 sente muhtaç olup köleleştirilmesine, üretimsizlik ve işsizlikten, gelir dağılımı adaletsizliğine kadar bir çok kötülükten, kamu malını çalanların sorumlu olduğunu görmek ve bunu yüksek sesle ifade etmek zorundayız.
Bu nedenle ben, şahsi mala uzanan küçük elleri hiçbir zaman hırsızlık olarak görmedim. Bir Müslüman toplumda yiyecek ekmeğe muhtaç insan bulunamaz, bulunmamalıdır. Şahsımdan alınmış, çalınmış hiçbir mal için hayıflanmadım. Dahası çalan kişi ihtiyaç sahibi ise helali hoş olsun dileğinde bulundum.
Çünkü fakirliğin olduğu, temel ihtiyaç maddelerinin yokluğunun çekildiği, beslenme yetersizlikleriyle boğuşan ve ciddi ihtiyaç sahiplerinin bulunduğu bir toplumda hırsızlık fiilinin meşrulaştığına inanıyorum. Açıkça ifade edeyim. Temel ihtiyaç maddelerini ihtiyaç halinde çalmanın hırsızlık olmadığını düşünenlerdenim. Zira ben bu toplumun bir ferdi olarak kendime çare olmuş, onlara olamamışsam, onların benden aldığı/çaldığı maddi materyaller neden hırsızlık olsun? “Biri yer biri bakar kıyamet bundan kopar” “Açlık sofuluğu bozdurur” demiş atalar! Zenginin malında fakirin hakkı vardır, VER diyor ALLAH!
Müslüman veya değil, vicdanlı insan ihtiyacından fazlasını vermek zorundadır. Vermiyorsa, ihtiyaç sahibi de ihtiyacı kadarını almak zorunda kalabilir! Kuran okuyanlar bunu bilir ve samimi iseler yaşarlar. Bu gerçekler benim imanım ve inancımdır.
Peki bu ve benzeri konularda Allah bize nasıl yol göstermiş? Ehli sünnetçilik üzerinden din anlatan ve yüzyıllar öncesinin bugüne hiçbir şey ifade etmeyen fetvalarıyla halkı uyutanlar lütfen dikkatle okusun.
Rivayete göre sahabeden, Tu’me ibn Ubeyrik Bir zırhı zimmetine geçirmiş ve olayı bir Yahudi’nin üzerine atmıştır Olay ortaya çıktığında Tu’me suçunu inkar eder. Bizim akrabalarını kollayan milletvekili kafasında olan Tu’me’nin yakınları, bir başka deyişle, sayın milletvekilinin 7. Yüzyıldaki çağdaşları, Nahl. 90. ayeti gereği olsa gerek,(!) akrabalarına yardım ettiler! Tu’me lehinde şahit ve kefil olarak peygamberden Yahudi aleyhine hüküm vermesini istediler. Allah için değil, Tu’me için tanıklık ettiler! Ne de olsa Yahudi ÖTEKİ idi! Peygamberimizde zahire bakıp bu yönde hüküm kurma eğilimine girdi. Bunun üzerine Nisa Suresi’nin 105-115. ayetleri nazil oldu. Yaptığı hırsızlık ve yolsuzluk ayetlerle ifşa olunca, Tu’me ibn Ubeyrik bunu kabullenmedi ve inancını değiştirerek müşriklerin safına geçti. Peygamber, ehli sünnetçilerin iddia ettiği gibi, dinden döndü diye de Tu’me’nin kafasını kesmedi! Tu’me’nin daha sonra Mekke’de bir hırsızlık olayı sırasında bir duvarın altında kalarak öldüğü rivayet edilir.
Nisa suresinin yolsuzluğu ifşa eden bu on ayetinde özet olarak şunlar söylenir. “Sana Kuranı indirdik, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmet. SAKIN HAİNLERDEN TARAF OLMA ve Allah’tan af dile. HAİNLER ADINA MÜCADELEYE KALKIŞMA. KENDİLERİNE HIYANET EDENLERİ SAVUNMA. ÇÜNKÜ ALLAH, HAİNLİĞİ MESLEK EDİNMİŞ GÜNAHKÂRLARI SEVMEZ. Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebilirler ama Allah’tan gizleyemezler. Allah onların yaptıklarını çok iyi biliyor. Diyelim siz bu dünya hayatında onlara arka çıktınız, fakat kıyamet günü onların arkasında kim duracak ve onlara kim vekil olacak? Kim bir hata yapar ve suç işler de sonra onu masum birinin üzerine atarsa, iftira etmiş ve açık bir günah işlemiş olur. Allah’ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı onlardan bir güruh seni yanıltmaya yeltenmişti; Fakat yapamadılar. Çünkü Allah sana kitap ve bilgelik vermiş ve bilmediklerini sana öğretmektedir.”
Resulullah, çevrenin etkisiyle yanlışa meylettiğinde Allah’ın yardımı yetişiyor. Çok açık bir şekilde uyarılıyor ve girdiği yanlış yoldan döndürülüyor.
Hainlerden yana olma, onları savunma diyor Allah!
Bir harp aracını çalmış, (bir nevi kamu malıdır) hırsızlık yapmış, dahası suçunu bir Yahudi’nin üzerine atmış sahabeye HAİN diyor Allah!
Bu hırsızlar, hatta hırsızlığı savunanlar, “Allah tarafından hainliği meslek edinmişler” olarak tanımlanıyor!
O sahabe muhtemel ki, işlediği suç sonrası “Müslüman kimliğiyle” Yahudi’ye karşı savunulacağını, suçunu bir Yahudi’ye kolaylıkla yıkabileceğini düşünüyordu! Şimdiki Müslümanlar, kendilerinin mezhep ve meşrebinde değil diye iftira atmakta suç işlemekte, suçsuz insanları iftiralarla cezaevlerinde yatırmakta beis görmüyorlar! AZGINLIKTA sınır tanımıyorlar.
Müslümanlığın kaynağı Kitab-ı Kerimde bu ilkeler ve tanımlamalar varken, bugünün bizlerine Müslüman demek mümkün mü? Kaç kişi farkında? Beyin ölümü gerçekleşmiş bir sürü enbesil, hırsızlık hainliğe tercih edilir anlayışıyla kamu malını yağmalamaya devam ediyor! Böylelikle ASIL HAİNİN KENDİLERİ olduğunu hem kendilerinden hem toplumdan saklıyor.
Türkiye’nin çıplak gerçeği maalesef budur. Müslümanlığı referans vererek iktidar olanlar son 15 yılda öteki ve zalim olarak gördükleri, onyıllarca laikliği referans vererek iktidarlarını sürdürmüş olanlardan farkları olmadığını gösterdi. Zihinsel kodları ve yaklaşımları itibariyle tıpa tıp aynı olduklarını maalesef tescil ettiler. Nitekim “hırsız/hain” ayrımında tercihlerini hırsızlardan yana yapmalarıyla Doğu Cephesinde değişen hiçbir şeyin olmadığı ayan beyan ortaya çıkmıştır. Büyük Doğu tasavvuru, çağımız itibariyle çağımız Müslümanları tarafından yalanlanmıştır! Nureddin TOPÇU’nun 1965’te tespit ettiği acı gerçeği, 50 yıl sonra yaşayarak hep beraber öğrendik! Zannettiğimiz hiç bir şey, zannettiğimiz şey değil! ABD/İsrail kökenli çok standartlı sapkın ahlakla mücadele, Kuran kaynaklı Allah Ahlakı ile kazanılabilirdi. Allah’ın açık ikazları, önerdiği ve emrettiği ahlaki duruş ve yaşayış ayaklar altına alınarak hiçbir kavga başarılı olamazdı, olmadı! Düşmanlarına benzediler, kazansalar da kaybettiler diyecek tarih!
ALLAH adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya yardım etmeyi emreder. Kötülükten, fenalıktan ve azgınlıktan ise sizi meneder. Öğüt almanız için sizi böyle aydınlatır.”
İşittik itaat ettik mi? Öğüt aldık mı? Ne işitmiş, ne de öğüt almışız..!
Olmak veya olmamak işte bütün mesele bu diye sorarak şiir yazmış William Shakespeare..
Olmamışız vesselam.