KAÇMA ÇOCUK BU YURT SENİ KUSMAZ!


Çok ağır bir siyasal seçim dönemi geçirdik. O kadar çok yanlış şey söylendi o kadar  hoyrat davranışlar sergilendi,  sosyal medya ve basın, haysiyet cellatlarınca o kadar kötü kullanıldı ki, söyleyeceklerimizi üslubu ayarlı bir şekilde söylemekle birlikte, bu fitne  sürecine katkı

sağlar korkusuyla bir çok söyleyeceğimizi de yuttuk.  Zaman zaman ülkenin köklü sorunlarını söylerken  bile,   atalar tavsiyesi  “Boğaz dokuz boğumdur, boğa boğa söyler” sözü  mucibince dikkatle söyledik.

Gayri ahlaki ve kuralsız  siyasal mücadeleye yandaşlık görüntüsü vermemeye özen göstermemize ve yuttuğumuz sözlere rağmen, alınanlar oldu. Yuttuğumuz sözleri    kınayanların kınamasından korktuğumuz ve  çekindiğimiz  için yutmamıştık elbette!   İktidara güvenemediğimiz gibi, muhalefete de güvenemediğimiz için yutmuştuk. Bu sebeple hataları söylemiş, ancak, siyasette  doğruları ifade edenleri de tavsiye etmemiş, edememiştik.  Zira ortalık son derece tekinsizdi. Söylenenler samimi değildi!

Hatırlayın lütfen, gerek iktidar gerek muhalif siyasiler,  popülist politikalarla halkı kandırma ve Oy’unu çalmaya yönelik davranışlar sergilemedi mi?

Hangi siyasi  geldiğimiz noktayı açıkça söyleyip,  geçmek zorunda olduğumuz  ve olacağımız ağır süreci halkına açıkça izah etti?

Hepsi yapamayacakları şeyi  söyleyip  umut tacirliği yapmadı mı?

Neden? Seçim kazanmak  için!

Her şeye rağmen iktidar olmak isteyenlerin çözüm olması mümkün müydü?

Değildi elbette

Sebepleri derindir ama kısaca söyleyelim. Halkımızın aynası olan siyasilerimiz genel olarak  bulundukları yere emek hırsızlığıyla gelmişlerdi  ve  emeğin kutsiyetini  unutmuş bir halkın siyasileriydi.

Sonuç olarak ben de,  iktidardan hakkı olmayanı isteyen, kamu bütçesinden aldığı rüşvet karşılığı oy veren bir halka ve halka rüşvet vererek iktidar olan siyasal yapılara ve düzene güvenemeyeceğimi bilecek kadar yaşadım. Bu sebeple  15.11.2021 tarihinde köşemde “Ey Yolunu Kaybetmiş Seçmen!”  https://www.usak.tv/ey-yolunu-kaybetmis-secmen-makale,257.html  başlıklı, ülke gerçeğini ortaya koyan bir makale yazmış,  halkla siyasiler arsındaki rüşvet ilişkisine ve  bu ilişki biçiminin ülke için felaketli  sonuçlarına değinmiştim.

Yaparsa falan adam yapar diyenler, yapanın neler yaptığını  görünce, şimdi ağlamaya başladılar. Ağlama sesleri önümüzdeki günlerde artarak devam edecek. Yaparsam ben yaparım, yaparsak biz yaparız diyemeyen, dayanışamayan, üretmeyen üretemeyen, zenginliğin kaynağını kamu hazinesi zanneden,  parça parça bölünmeyi marifet sayan,  bir mehdi, kurtarıcı  veya  komutan bekleyerek kurtulmayı umut eden veya planlayan      aziz milletimiz   kurtulamaya kurtulamaya, kendi kendisini kurtarmayı   öğrenene kadar böyle gidecek  bu düzen!

Sünnetullah gereği hak ettiğimiz üzere idare edilen bir ülkeyiz.

An itibariyle kimsenin ağlamaya, şikâyet etmeye hakkı yok.  Ancak çok köklü sorunlarımız var ve içinde bulunduğumuz gayya kuyusundan çıkmak zorundayız.

Çocuklarımız Ülkeden Kaçıyor

Bugün ülkemizin en büyük sorunlarından biri yurt dışına göç eden/kaçan nitelikli  çocuklarımız. İstikbalimizi  ve yurdumuzu kaybediyoruz.

Neden kaçıyorlar?

Değersiz görüldüklerini, itilip kakıldıklarını düşünüyorlar.

Rızık korkusu çekiyorlar.

Yurtlarındaki kurulu düzenin hukukuna ve adaletine inanmıyorlar.

Özgürlük, demokrasi ve gelecek endişesi içindeler.

İktidar erkini temsil eden siyasetin, ülkenin diğer yarısını yok saydığını düşünüyorlar.

Ülkelerinde cehaletin kutsandığını düşünüyorlar.

Bütün bu duygu ve düşüncelere  hak vermemek mümkün değil elbette!

Gençlerin Yerine Kendinizi Koyun

Son bir yılda yaşadıklarımızı, deprem felaketlerini, üst düzey bürokratların ve siyasetçilerin isminin geçtiği mafya ve kokain hikâyelerini, hukuk rezaletlerini hatırlayın ve gençlerin yerine kendinizi koyun.

Hele son zamanlarda şu tövbe alma rezaletlerini, THY’nın  şeyhin cenazesi için 15 dakikada bir Adıyaman’a uçak kaldırma ve bu uçakların masrafını milletin omuzuna yükleme kararını aklınıza bir getirin!

Bu ülkede yaşayan geri zekâlılar hariç, ortalama zeka seviyesinde bir vatandaş ne düşünür? Bazı halk kesimlerinin, koyu karanlığa doğru gidiyor ve  ilkel-kaotik  bir sosyo kültürel düzene   sürükleniyor olma hissiyle endişe duyması, çok mu anormal? Asla parti kurmadıkları için siyasal seçimlere girmeden seçim kazanan (!)  iktidar erkine ayar veren, kamu kaynaklarını kendilerine bağlayarak istediği gibi kullanan, FETÖ muadili mikro iktidar odaklarının olması hepimizi rahatsız etmiyor mu?

Böylesine bir ülkede yaşamanın gençler için ne demek olduğunu anlamaya çalışın.

Bu durumun nasıl büyük bir felaket olduğunu tüm  halk fark etmeyebilir.

Ancak gençler endişe ediyor! Umutsuzluğa düşüyor.

Aydınlar ise fark ediyor.

45 Değil 85 Milyonluk Büyük Türkiye

Aslında iktidar siyaseti, sebep olduğu vahameti seçimden sonra fark etti.  Nitekim AKP sözcüsü Ömer ÇELİK, metroda sevinen AKP’lileri görüp ağlayan genç kızın içler acısı halini, parti olarak dert edinip, bir basın toplantısında durumu aynen şöyle değerlendirdi.

Seçim sonuçlarından müteessir olmuş kendilerini ötekileştirilmiş ya da bir kenara itilmiş, hissettiğini ifade eden, şunu söylemek isterim ki, aslında bu duygular, kendilerinin destekledikleri siyasi partiler tarafından ortaya koyulmuş ve aslında yanlış umutlar verilerek insanlarda yanlış algılar ve kanaatler oluşturularak ortaya çıkarılmış neticelerdir. Biz hiçbir vatandaşımızın üzülmesini incinmesini ötekileştirilmesini istemeyiz. Burası hepimizin vatanıdır, hepimizin ülkesidir. Herkes müsterih olsun, kendi hayat tarzının seçimlerde kaybettiğini düşünenler ya da kendi düşüncesinin seçimlerde kaybettiğini düşünenler, şimdi burada Türkiye büyük bir ülkedir. Hiç kimse bir diğerinin hayat tarzı üzerinde baskı kuramaz.  Aynı şekilde temel insan hak ve hürriyetlerinden herkesin faydalanması konusunda Türkiye büyük bir Tecrübe edinmiştir bu açıdan olgunlaşmış bir ülkedir. Kendini ifade etme kendi değerlerini ideolojik kimliğini, ifade etme açısından insanlar üzerinde böyle bir şey yok. Dolaysıyla hiç kimsenin kendisinin, bir değer sistemi açısından kaybettiğini düşüneceği bir tablonun ortaya çıkmasını doğru değil. Burada yıllarca bu ülkede insanların kılık kıyafetine karışıldı baskı yapıldı, genç insanlar okullardan uzak tutuldu. Bu acıların tekrar yaşanmasına ya da başka türlü yaşanmasına hiçbir şekilde müsaade etmek mümkün değildir. Kadınların hak ve kazanımlarının korunması açısından, gençleri bu Türkiye’nin geleceğine güven duymaları açasından bu umut hiçbir zaman ortadan kaldırılmaz, bu umut yaşayan bir umuttur, hepimizin ortak değeridir. Bu sebeple bazı vatandaşlarımızın kendisini incinmiş ötekileştirilmiş hissetmesi doğru bir yaklaşım olmaz. Bu ülke hepimiz ülkesi, bu ülkeyi ileriye götürmek için bu ülkeyi daha yeni ufuklara taşımak için hangi partiye oy vermiş olursa olsun her bir vatandaşımızın desteğine emeğine gayretine ve nefesine ihtiyacımız var. Hepimizin ortak vatanı burası, seçimler nihayetinde bir siyasi rekabet konusudur. Seçimler bir siyasi husumet konusu değildir. Seçimlerde kaybeden siyasi partiler kaybeden genel başkanlar olur ama kazanan adaya oy verenler kazandı, kaybeden adaya oy verenler kaybetti gibi bir davranış olmaz. Hangi partiye oy verirse versin bütün vatandaşlarımız kazanmıştır.”

Bu konuşmadan anlaşılıyor ki, iktidar erki de  45 milyonla değil 85 milyonla Büyük Türkiye olduğumuzu biliyor! Bu nüfusu, bu gücü  bölmemenin ve bir arada tutmanın öneminin farkında. Bir genç kızın duyduğu infial, onları da ziyadesiyle üzmüş!   En azından öyle görünüyor.

Gerçek şu ki, Allah’ın izniyle bu milleti bölmeye parçalamaya da kimsenin gücü yetmez, yetmeyecek.  Adalet hukuk insan hakları paydasında bir araya gelecek, bölmeyecek ve böldürmeyeceğiz. Ancak seçim sonrası da olsa bir gerçeği ifade etme faziletini gösteren iktidar sözcüsünün, tespitlerine bir de şerh yazacağız.

Altına Bir İmza, Bir de Muhalefet Şerhi

Elbette bu sözlerin altına imza atılır. Ancak altına bir de muhalefet  şerhi koymak şartıyla!

Sayın Ömer ÇELİK’in sözlerinde, sorumlulukları  olmadığını ifade eden savunma cümleleri politikti ve maalesef gerçeği ifade etmemekteydi. Zira bu duyguların ortaya çıkmasında iktidar etkin rol oynamıştı.  Dolaysıyla söylediği ve siyaseten çarpıttığı gibi, bu sonuç, tek başına muhalefetin yanlış uygulamalarına bağlı olarak  ortaya çıkmadı. İktidarın kasıtlı olarak seçip uyguladığı seçim stratejilerinin, söylemlerinin ve uygulamalarının bir görünümüydü  tüm yaşadıklarımız.

Ayrıca “temel insan hak ve hürriyetlerinden herkesin faydalanması konusunda Türkiye büyük bir tecrübe edinmiştir bu açıdan olgunlaşmış bir ülkedir” hükmü de çok doğru sayılmazdı. Bu gerçek olsaydı, ülkemiz hukukun üstünlüğü endeksinde 140 ülke arasında 116. sırada yer almazdı. İşin gerçeği Türk halkının böyle bir talebi yoktu! Olsaydı, hiçbir iktidar ülkeyi hukuk liginde böylesine aşağılara çekemezdi!

Bu cümle bir doğruyu ifade etseydi, bugün insanlarımız, tutuklama tedbirinin bir ceza gibi uygulandığını, hukukun öngörülebilir olmaktan çıktığını, Anayasa Mahkemesi kararlarının  yerel mahkemeler tarafından uygulanmadığını görüp kaygılanmazdı! Devleti idare yetkisini almış iktidarın, Hukukun üstünlüğünün tesisi yerine, Anayasa Mahkemesi’nden iktidar erkine uygun karar çıkmasına yönelik düzenlemelere yönlenildiğini,  hukuksuzluğa imza atanların ödül niteliğinde üst mahkemelere yargıç tayin edildiğini görüp dert etmezdi. Ödül gibi diyorum, zira bu tür ehliyet ve liyakat gözetmeyen atamaların, muhataplarına ve ülkeye ödül değil, zehir olduğunu biliyorum.

Bunu yaşayan herkes zamanla görecek. Bedelini de ödeyecek!

Gerçek şu ki; seçim sırasında milli ve dini değerler seçim malzemesi yapıldı. İktidar kendi ittifakı dışındaki tüm siyasal partileri PKK destekçisi, Batı ajanı ve gayri milli ilan etti. RTÜK muhalefet medyasının üzerinde sopa olarak kullanıldı. Konserler iptal edildi, iktidar belediyelerinde ve muhalefet belediyelerinde muhalif sanatçıların konserleri iptal edildi. Tutuklama tedbiri bir ceza aracı olarak kullanıldı.

Gereksiz yere gazeteciler, sanatçılar tutuklanıyor, adliyede sonucu eninde sonunda beraat olacak iddianameler hazırlanıyor. Halbuki 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta bugün iktidar olanlar aynı muamelelere aynı haksızlıklara maruz kalmamışlar mıydı?

Unuttular!

İktidar zehirli bir güç ve zalim olmakla mazlum olmak arasında incecik bir çizgi var!

O kadar çok yanlış örnek var ki hangi birini sayayım.

Değdi mi? Elbette değmedi, değmeyecek!

Özgün Örnek  Bir Olay

Bir örnekle gençlerin ve memleketin derdinin kaynağı sorunlu  zihniyeti somutlaştıralım.

Üsküdar’da Sayın Soylu’nun miting alanında eliyle kalp işareti yapan bir genç özel harekât polisleri tarafından yaka paça, hoyratça göz altına alınmıştı.

Hatırlıyor musunuz?

Kimdi bu genç?

Bir partili mi?

Değil.

Muhalefetin sosyal medya trolü mü ?

O da değil!

Biruni Üniversitesi Mühendislik Fakültesi “Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde” okuyan ve Haziran 2023’te okul bircisi olarak mezun olan bir gencimizdi.

85 milyondan biriydi ve iktidardan farklı bir siyasi tercihte bulunuyordu.

Yaşadığı olayı aynen şöyle anlatmıştı: “Üsküdar’da caminin önündeki tarihi çeşmeden otobüs duraklarının olduğu yere giderken sadece kalp yaparak devam ettim. Çünkü o sırada Süleyman Soylu tüm muhalefete, Türkiye’nin yüzde 45’inden fazlasına ‘terörist, PKK’lı, dinsiz diyordu ve bu durum rahatsız etti beni… Kim olsa rahatsız olurdu bu durumdan ve ben bunun çözümünün sevgi olduğuna inandığım için kalp yaptım. Hiçbir şekilde sesli provokasyon, yanlış söz, kaba söz, küfür asla yok. Hiçbir şekilde şahsına dair bir şey söylemedim sadece kalp yaptım.”

Evet bu gencin, hiçbir siyasal partiye üyeliği yok. Adli kaydı da yok.

Şayet bugün bu genç, iktidarın karşısında konumlanmış, kemikleşmiş ve haddinden fazla  siyasallaşmışsa, iktidar, sahadaki uygulamalarıyla bu durumun bizzat kendi eseri olduğunu   kabul etmek zorunda!

Nitekim Moleküler Biyoloji ve Genetik Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi birincisini olarak mezun olan bu genç, diplomasını ve Fakülte birincilik beratını alırken, konuşma yapmıyor. Türk Bayrağı asılı dev panoya dönüyor ve eliyle kalp işareti yapıyor.

Gayri meşru yasa dışı bir görüntü var mı?

Yok!

Mesajını verdi mi?

Verdi!

Sonuç olarak gençleri boğmak ülkeyi boğmak.

Ömer ÇELİK, parti sözcüsü olarak gençler üzerinden sebep oldukları psikolojik yıkımı, durumu anlamış ki, seçimden sonra zevahiri kurtarmaya yönelikte olsa, takdire şayan açıklamayı yaptı.

Doktorlar da Gitsin mi?

Biliyoruz ki, dünyanın en ağır ve an pahalı eğitimlerinden biri Tıp Eğitimidir. Bir tıp uzmanının yetişmesi asgari 10 yıl gerektirir ve bu eğitim süreci devlet bütçesine ciddi bir yük gerektirir.

Hal böyleyken sayın cumhurbaşkanımız 8 Mart 2022 tarihinde giderlerse gitsinler diyerek doktorlara sınır kapılarını gösteren bir konuşma yaptı. Şöyle diyordu Cumhurbaşkanımız. “Bakın açık konuşuyorum. Açık konuşmayı severim. Varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz. Bunlarla beraber bu yola devam ederiz.”

Cumhurbaşkanı bu konuşmasından tam 6 gün sonra 14 Mart 2022 ‘de Tıp Bayramı haftasında bu hatalı konuşmasını tashih eden ayrı bir konuşma daha yaptı ve doktorlarımıza teşekkür ve minnetlerimizi dile getirdi. Bu milletin en kalbur üstü evlatlarının, ülkenin dişinden tırnağından artırdığı kaynaklarla kurduğu Tıp Fakültelerinde, araştırma ve eğitim hastanelerinde yetişmekte olduğunu da ifade etti. Bu ülkenin hekimlerine hem vefa borcu, hem ihtiyacı vardır diyerek haklarını teslim etti.

Cumhurbaşkanımızın Yanı Başındaki Hainler ve Gafiller!

Ancak ülke büyük bir yara almış, Basra harap olmuştu bir kez!

Bugün biz, çok sayıda doktor ve sağlık çalışanının yurt dışına göçtüğünü biliyoruz. Elbette ABD, Kanada ve Avrupa ülkelerinde sağlık çalışanı açığı varken, sağlık çalışanlarımızın itilip kakılmasına neden olan siyasi söylemlerin, beyin göçünü hızlandırmak için  maksatlı yapıldığını/yaptırıldığını  düşünüyorum. Merak ediyorum! Sayın Cumhurbaşkanımıza bu konuşmayı kim yaptırmıştı? Konuşma metnini önüne kim koymuştu?

Bu vesile ile, Cumhurbaşkanının önüne konan konuşma metinlerinin sahiplerini iyi etüt etmesi gerektiğini, hainleri dışarıdan çok içeride, hatta yanı başında araması gerektiğini düşündüğümü söylemeliyim.

Basında yer aldığına göre, her yıl, 20 Tıp Fakültesi’nin bir yıllık mezunu kadar yurt dışına kaçış   var. Bu şu demek. Biz 20 Tıp Fakültesini Batılıların doktor ve sağlık çalışanı ihtiyacını karşılamak için devlet ve millet olarak finanse ediyoruz.

Bu kabul edilemez!

Biz bu kadar zengin bir ülke miyiz?

Çok acı değil mi?

Gençler Duygusallıklarında Haklı Ama! 

İşin bu aşamasında başka sorular sormak, hayatının 35 yılını bu gençlere adayan bir öğretim üyesi olarak onlara bazı uyarılarda bulunmak istiyorum.

Gençler,  kaygılarınızda haklısınız.  Ülkeyi terk etmek istemekte de  haklı gerekçelere de sahipsiniz.

Ama! Fakat! Lakin!

Ülkeyi terk etmek çözüm mü?

Kesinlikle değil.

İşte bu aşamada benim söyleyeceklerime lütfen kulak verin.

Yapmayın gençler.

Bu ülkeyi, vatan yapmış milyonlarca şehidin hakkına girmeyin!

Bir asır önce, bu ülke toplu iğne bile üretemezken, şehit atalarınız ümitsizliğe düşseydi, bu cennet misali vatanda yaşamıyor olurduk.

1912’de 60 mezun veren Galatasaray Lisesi, 1915 yılında 18 mezun vermiş, 1916’da hiç mezun vermemiş,  1917’de ise  5 öğrencisini mezun edebilmişti.  Vefa Lisesi, Çapa Erkek Öğretmen  Okulu, Balıkesir Lisesi, Balıkesir Erkek Öğretmen Okulu, Çanakkale Lisesi, Sivas Lisesi, hiçbiri farklı değildi.

Lise çağlarında vatan savunmasına koşanlar bıraktı bize ve size  bu vatanı!

Biliyor  musunuz? Çanakkale Zaferi’nden sonra  bu okullarda yapılan yoklamalarda şehitlerin isimleri okunur ve “Şehit… Cennet-i Âlâ’da!” sesleri semada yankılanırdı.

Bugün biliyoruz ki bu sesler kaybolmuyor. Bu seslerin semada titreşimleri elan duruyorken kaçmak, gitmek ve umutsuzluk  yakışmıyor gençlerimize!

Çanakkale zaferinden sonra İngiliz generali Oglander’in şöyle demişti. “Çekildik… Çanakkale’yi geçemedik ama Türk milletinin genç neslini, eğitimli neslini, çiçeğini yok ettik. Dolayısıyla geleceğini yok ettik. Bellerini zor doğrulturlar”

İşte bu sebeple bugün geldiğimiz nokta çok acı.

Batı Bataklıktır Gençler

Batı bataklığı eğitimli neslimizi savaş meydanlarında yeke yek kırmıyor artık. Coğrafyamıza taşeronlarıyla saldırıyor. Vekalet savaşları yaptırıyor. Senin bir türlü çözüm üretemediğin meselelerini kaşıyor!   İçimize  soktuğu yerli ve yabancı ajanlarıyla,  sana ait ve  senden görünen uzantılarıyla, gaflet dalalet hatta hıyanet içindekilerin icraatlarıyla, nesillerimizi ülkelerine devşiriyorlar.

İşleri bitince yine kırmak, öldürmek ve atmak üzere!

Buradan çocuklarımıza son kez seslenmek istiyorum.

Ülkenizden kaçmayın gençler, yerküreye fazla gelirsiniz (“yerküreye fazla gelirsiniz sözü” aslında tarihçi İlber Ortaylı’ya aittir). Kaçmayı düşündüğünüz tüm coğrafyalarda şimdilik düzen olabilir. Fakat oralarda, vatanınızda yaşayanlardan daha sağlıklı insanlar yaşamıyor! İnanın buna!

Batı bataklıktır! Irkçılık ve ayrımcılık ABD ve Avrupa’da her daim kol gezer. Fırsatını bulduğunda da başını kaldırır. Srebrenitsa Katliamı’nın,  Avrupa’nın ortasında ve BM askerlerinin himayesinde daha dün  gerçekleştiğini, aklınızdan çıkarmayın. Geçtiğimiz Temmuz  ayı bu katliamın 28. yıl dönümüydü. Oralarda düzen bozulduğu anda gemiden ilk atılacaklar listesinde siz olacaksınız. Hayal kurmayın,  boş bulunmayın ve bunu asla unutmayın.

Diyeceksiniz ki, şu düzene baksana, biz bataklık değil miyiz?

Bu da doğrudur!

Dahası Vatan-Millet-Sakarya söylemleri ile ülkeyi soyup soğana çeviren hainler de bir gerçektir. Tarihin her döneminde hemen her toplumda böyle olmuştur. İğrenç tabiatlı sahte kahramanlar ortalığı sarmış ve umutsuzluğa sürüklenmemize neden olmuşlardır.

Orhan Veli;

Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.

Mısralarını  istismarcı sahtekârlar ve münafıklar için söylemiş olsa gerektir. Yine Neyzen Tevfik’e isnat edilmekle birlikte kaynağı belirsiz, ama bir bakıma anaonim olmuş,

“Ayağa Kalk Ey Ehli Vatan’ dediler kalktık, puştlar oturdu biz ayakta kaldık”  veya

“Kalkın Ey Ehl-i Vatan Dediler Kalktık, Herkes Oturdu Biz Ayakta Kaldık”   gibi sözlerin sebepsiz olmadığı da aşikardır.

Bunların hepsi de doğrudur. Ama!

Şehitler var bu vatan için!

Neden?

Bizim için, sizin için!

Bana Acımasınlar, Bahtiyarım Çünkü!

14 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir’de şehit olan Yüzbaşı Kâzım Efendi’nin son mektubunu gençler için buraya alıyorum.

30’lu yaşlardaki bir yüzbaşı, bakın kardeşine neler vasiyet ediyor:

Ben vatan ve millet uğrunda bana düşen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Cümlenize hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de helal edersiniz. Hemşiremin, Ziya’nın Kemal’i hasretle gözlerinden öperim. Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk çocuğumu evvel Cenab-ı Hak’ka sonra vatan ve millete ve sizlere emanet ederim. Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet ediniz. Maaşlarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaşlardan alayımızın tabur katibi ve aynı zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendi’ye yazdım. Bulunduğum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Bey, alay kumandanı Binbaşı Halil Bey’dir. Bu isimler size lazım olursa kendileriyle muhabere edersiniz. Binbaşımız Şevki Bey de benim gibi tehlikede bulunduğu için sağ kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız malum olduğu üzere Esat Paşa Hazretleri’dir. Hayvanım hakkında lazım gelen muamele için de kâtip efendiye yazdım. Oradaki hakkımı da çocuklarım için ararsınız. Sana çok rica ederim, efrad-ı ailemi, validemi hiçbir vakit üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan vazifem uğrunda terk-i can ettim, bahtiyarım. Cenabı Hak sizleri de bahtiyar buyursun. Baki cümlenizi Cenabı Hak’ka emanet ederim sevgili kardeşim.”

Şayet bu mektubu okuduktan sonra (daha nice benzer mektuplar var) gözünden bir damla olsun yaş gelmeyenler, arkalarını bile dönmeden  ülkeden çıkıp gidebilirler. Zira anlaşılan o ki, bu topraklar onların  yurdu olmaktan çıkmıştır. Bedelini de gittikleri yerde öderler nasıl olsa!

Ama ben derim ki;

İyi düşünün gençler. Batı ülkelerine, emeğinizi gömdükten sonra, hep yabancı, sığınmacı, mülteci gibi yaşamaktansa, o emeği ülkenize verin de, kendi bataklığınızı kurutun! Vatanınızı imar ve ihya edin!

İnanın vatanınızı imar ve ihya ederek yaşamak, başkalarının yurdunda öteki olarak yaşamaya mahkûm olmaktan çok daha kolay, çok daha iyidir.

Aslında başka çareniz de yok.

Vatanı için otuzlu yaşlarda şehit olacağı mukadder bir savaşa girerken, Bana Acımasınlar, Bahtiyarım Çünkü!” diyen şehit atanızdan, daha dün şehit olan Ömer Halisdemir’den  daha şanssız olamazsınız!

Şehitliği en büyük nimet bilen Yüzbaşı Kazım Bahtiyarım diyerek şehit oldu.

“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak,”

diyerek   o günleri tasvir eden Akif’in ve neslinin yaşadıklarını yaşamadık gençler!

Ne diyordu Akif;

“Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!”

Ne sizler, ne ben, bir Akif değiliz!  Ancak yedi düvelin bir olup boğmaya çalıştığı bu ülkede Akif’ler  vardı ve bizler onların torunlarıyız. Akif’in nesliyiz diye yola çıkanlar yolunu kaybetmiş olabilir veya Akif’in nesli olmadıkları ortaya çıkmış da olabilir. Bunlar sizi umutsuzluğa sevk etmemeli!

Unutmayın gençler. Gelecek sizin ve bu topraklar sizin ana vatanınız, öz yurdunuz. Elin memleketinde öteki olarak yaşayıp, ilk fırsatta öteki olarak kapıya konma tehlikesiyle yaşanmaz. Kendi vatanınızı yaşanılır kılmak için mücadele vermek zorundasınız. Gittiğiniz yerin   yerli ve milli(!) vasıfsızlarının hedefi olacağınızı hiç ama hiç aklınızdan çıkarmayın.     Mütefekkir Cemil MERİÇ’in Vatanlarını yaşanmaz bulanlar vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır…” sözünü kulağınıza küpe yapın.

Vatanınızda yaşayın. Ülkenizi yükseltin. Onurunuzla şerefinizle, alnınız ak, başınız dik yaşayın. Zalim güçleri ve iktidarları hizaya getirin. Bu yurdu yaşanılmaz kılanları silip süpürmek bilin ki sizin elinizde. Üretim seferberliğine girişin. Adil bir bölüşüm düzeni kurun. Aç, açık, muhtaç bırakmayın. Adaleti ve hukukun üstünlüğünü gözetin. Bilin ki devletin dini, adalettir.  Öğrenilmiş çaresizliklere gark olarak orta ve uzun vadede pişman olacağınız göç işlerine girişmeyin.

Şehitler, sizler göçmen/mülteci/öteki olmayasınız diye şehit oldular.

Dünya vatandaşı olun. Ama göçmen mülteci sığınmacı olmayın.

Sığınan değil, sığınılan olun.

Şehit olanın bahtiyar olduğu bu topaklarda,  umut olanın bahtiyar olmaması mümkün değildir.

Sonuç olarak diyorum ki;

Kaçma çocuk bu yurt seni kusmaz!

Sen yurdunda güzelsin…

Bu gerçekleri ve duyguları şiir diliyle de ifade etmeye çalıştım. Tüm gençlerimizin gözlerinden öpüyorum vesselam.

 

DEĞİL

Memleket memlekettir adı üstünde

Etiket değil.

Toprak anadır sütü göğsünde,

Handikap değil.

Doğurur ha doğurur ürer de ürer,

Coğrafya kaderindir, kederin değil.

Değerini bilen sefasını sürer,

Yaşamak istersen yaşatır bağrında,

Dikkatle izle, bak göreceksin,

Nankörleri kusar gün sabahında.

Umuttur aslolan,  yeise kapılma,

Kaf dağından gelen mutluluk değil.

 

Toprak topraktır vatan üstünde,

Ana anadır mührü göğsünde

Kaçma genç adam, bu çözüm değil.

 

Biz yapamadık, sen yap, yaparsın.

Hatalar üstüne sen bas, basarsın.

Gittiğin yerde öksüz ve yetimsin

Vardığında anlarsın vatanın değil.

 

İyi düşün, sonra yap, sen bu değilsin,

Anladığında çok geç olur, orda ölürsün.

Vatan yaşanacak yer bunu unutma

Döndüğünde konacak mezarın değil.

 

1 Ağustos 2022 Antalya

Ali Galip BALTAOĞLU


Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.