UŞAK MENŞELİ BİR AKADEMİSYENİN “CANYAKAN” HİKAYESİ!


ali galip baltaogluUŞAK MENŞELİ BİR AKADEMİSYENİN  “CANYAKAN”  HİKAYESİ!

20 yıldan uzun bir süre yaşadığım ve hizmet ettiğim,   güzel insanlar  ve  güzel dostlar edindiğim, çocuklarımı okutup yetiştirdiğim,  güzelliklerin yanında bir çok acı hatıra da biriktirdiğim, dostluğun yanında vefasızlığın ve hainliğin de insana dair boyutlarını  yaşayarak öğrendiğim,  Uşak kentini nedense çok kısmetsiz bulurum. Kısmetsizlik kentte ve konumunda değil elbette, zira kent iklimiyle ve konumuyla çok az kente nasip olacak özelliklere sahip.

Uşak’ın şansızlığı buraya atanan idarecilerin yanında siyasetine yol ve yön verenlerin çapsızlığıyla ilgili. Bu çapsızlık ve kabiliyetsiz muhterislerin elinde kalmışlık, iktidarıyla ve  muhalefetiyle herkesi sarmış bir kanser sanki.

Bu nedenle şehir çok ağır bedeller ödüyor.   Üzülerek söylüyorum, gördüğüm kadarıyla  1995 yılından beri  yaşadığım  Uşak, ekseriyetle  ehliyetli ve basiretli ellerle sevk ve idare edilmedi. Bilemiyorum belki de ehliyetsizlik ve basiretsizlik tüm ülke için genel bir sorun ama ben bunu Uşak için yoğunluklu olarak tespit edip, iliklerime kadar hissettim.

Yazımız başlığında ifade edilen “CANYAKAN HİKAYE” kinaye olmasına kinaye olmakla beraber bir gerçeğin ta kendisi! Bu hikaye vasıflı bir sanat adamının akademik hayata Uşak Üniversitesi tarafından nasıl kazandırıldığını, yine basiret ve ferasetten yoksun bazı akademisyen payeliler tarafından nasıl Uşak Üniversitesinden ve ilinden çıkartılarak, başka üniversitelerin namı hesabına yazıldığının hikayesidir.

Olayı baştan itibaren özetleyeyim. Üniversitemizin mediko sosyal biriminde  hemşire olarak çalışırken,   1997’de tanıdığım, aile dostum ve kardeşim   Züleyha Nur ŞEHİRLİ bir gün bana telefon etti. Hocam yarın bir dostumuzla beraber yanınıza geleceğim, dedi.   Elbette dedim.  O gün  Açıköğretim  Sınavları vardı ve ben sınavı idare ettiğimiz büroda onları karşıladım.

Konu Seyhan CANYAKAN isimli sanat ve müzik adamıydı. Berber geldiler.  Seyhan’ı ilk burada gördüm ve  tanıdım. Ağzına kadar dolu  bir cv’si  ve  akademisyenlik hayali vardı.   Nedense  bugüne kadar üniversite kapıları hep yüzüne kapanmıştı. Ülke çapında uzman torpilli ve imtiyazlılardan ona sıra gelmemişti!  Akademik kariyer yapmak ve Uşak’a hizmet etmek istiyordu. Zira her ne kadar İzmir Bergamalı ise de  eşinin Uşak’lı olması dolayasıyla Uşak’a yerleşmiş ve burayı çok sevmişti. Her geçim ehli erkek gibi, eşini seçerek memleketini de seçmişti!

Kendisiyle sohbet ederken karşımda,  yaptıklarını, ürettiklerini anlatırken sıkılan, mahcup ve mütevazi bir insan efendisi buldum.  Sanatçı duyarlılığını kişiliğinde temsil eden    özgün  bir örnekti.    Yüzlerce eseri, bestesi vardı. Piyano virtüözü olmanın yanında adeta bir müzik teknolojileri dehasıydı.  Züleyha kardeşim, “hocam beni tanıyorsun herkese kefil olmam, tanıdıkça nasıl dolu bir müzik ve sanat adamı olduğunu siz anlayacaksınız”  gibi sözlerle aile dostunu haklı bir güvenle refere ederken,  ben onun CV’sini hayranlıkla inceliyordum. Anlayacağımı anlamış, Uşak için hayaller kurmaya başlamıştım bile!

Seyhan CANYAKAN Uşak’da üniversite bünyesinde kurulacak bir  konservatuarın ilk temel taşı olabilirdi. Yine Eğitim Fakültesi bünyesinde  kurulmuş müzik öğretmenliği bölümünün ilk  harcı da olabilirdi. Böyle güçlü alt yapısı olan bir sanat adamıyla neler yapılırdı neler!  Geniş perspektifli her alanda uzmanlaşmış sanat adamlarının toplandığı bir orkestrayı üniversite bünyesinde kurmak işten bile değildi.   Müzik teknolojilerini en üst düzeyde kullanan, dünya ve özellikle  Anadolu coğrafyasının tüm kültürel  renklerini kapsayan geniş repertuvarıyla,   Uşak’ta kaim ve daim bir  konservatuarın iki ayda bir Uşak halkına konserler verdiğinin hayalini kurdum.   Böyle bir yapının Türkiye’nin her yerinde Uşak Üniversitesini ve Uşak ilini temsil ettiğini  tahayyül ettim.   Neden olmasın, dedim.  Uşak’lı bu güzelliklere layık dedim.

Böyle bir durumda siz olsanız heyecanlanmaz mısınız?  Heyecanlandım doğrusu ve bu duygularımı derhal Rektör Sait ÇELİK’le paylaştım.  Daha sonra Seyhan’ı  rektörle tanıştırdım, bizzat kendi cv’sini rektöre takdim etti. Rektör hocada bu heyecana ortak oldu.  Bütün bunlar 2012 yılında oldu ve  Seyhan yanlış hatırlamıyorsam 2013 yılı başında  Eğitim Fakültesi’nde öğretim görevlisi  olarak göreve başladı.  2013/2017 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde önce yüksek lisansını sonra doktorasını üstün performansı ve kabiliyetiyle jet hızıyla  tamamladı.

Bu süreçte büyük bir talihsizlik oldu ve Sait ÇELİK  bir kumpasla tutuklandı. Yerine bir yıl süreyle ilahiyat fakültesi Öğretim Üyesi Sayın DALKIRAN  rektör vekilliği yaptı.    Bu şahıs maalesef  rektör olma hayaliyle bir çok yanlış şey yaptı. Bunların çoğunu  daha önce yazdım.

https://www.usak.tv/rektor-vekili-sayin-dalkiran-acik-mektup-makale,185.html

https://www.usak.tv/savunmalarimi-yayinliyorum-2-makale,191.html

İlgili linkleri verip  bu konulara tekrar girmeyeceğim.  Sadece DALKIRAN’ın  Uşak’a ve üniversiteye yaptığı işiyle ilgili yanlışı ve  kötülüğü hatırlatacağım.

Seyhan CANYAKAN  bu dönemde  doktorasını bitirdi.   Her yerden kendisine teklif vardı ama o Uşak’la,  önce eşi vasıtasıyla, sonra da  kendisini akademiye kazandıran Uşak Üniversitesi dolaysıyla   GÖNÜL BAĞI kurmuştu. Uşakta çalışmak ve üretmek istiyordu. Bu düşüncelerle DALKIRAN’dan randevu alır ve makamına çıkar.  Doktorayı bitirdiğini ve  Yrd. Doç. Kadrosu talep ettiğini söyler ki,  bu anasının ak sütü gibi, helal bir özlük hakkıdır.  Sayın DALKIRAN hiçbir gerekçe bildirmeden  ona bu üniversitede kadro vermeyeceğini net bir biçimde ifade edince, Uşak’a yakın olması hasebiyle Burdur Mehmet Akif  Ersoy Üniversitesi’ne geçiş yapar.

2017 yılında doktorasını bitiren CANYAKAN,  Eylül 2019 döneminde başvuru yaparak  Aralık 2019 itibariyle doçentlik payesine hak kazandı.   Doçentlikte sadece doktora sonrası çalışmaları  esas alındığı için, 780 puanla başvuru yaptı. Bu 780 puana 1.5 yılda erişmişti ki doçent olmak için 100 puanı olmak yeterli idi.  Bir buçuk yılda  yedi  sekiz  kez doçent olacak eseri üretmişti.

Şimdi  de alanında uzmanlaşmış başka bir üniversite ona talip oldu.  Oraya gitmeye karar vermiş.  Daha doğrusu vefa örneği göstermiş.    Kendi yetişmesinde büyük emeği olan  çok değer verdiği hocasını kırmamış,  bir insan evladı olarak orayı tercih etmiş.  Doçentlik için 500 puan şartı olan kadroya,  9600 puanla başvuran CANYAKAN’ın  ulusal 30’a yakın, uluslararası 232 bestesi, eseri var.  Ulusaldan öte uluslararası bir değer..

Sonuç olarak dostlar, Seyhan CANYAKAN   Uşak ve Uşak Üniversitesi için,  UŞAK MENŞELİ BİR AKADEMİSYENİN  CANYAKAN  HİKAYESİ’nin adıdır.

Sevgili Uşak’lı kardeşlerim.  Uşak gibi iller değerlerini başka yörelere kaptıracak kadar değer üretmiyor. Değerlerini başka yörelere kaptırmak lüksüne sahip değil. Aksi halde asla marka şehir olamaz. İçimdekini saklamadan ifade edeyim.  Bu konulardaki öngörüsüzlük,  ihmal,  hoyratlık ve idarecilerdeki kültürel kabızlık    beni sinir ediyor ve acıtıyor. Uşak’ta yaşayanlar güzel şeylere layık değil mi, güzel şeyleri hak etmiyor mu diye düşünür oldum doğrusu. Zira layık olduğumuz gibi idare edilmek, sünnettullahtır!

Kimsenin ne okuduğu ve  ne yaptığı, topluma zarar vermediği müddetçe    beni ilgilendirmiyor.  Hür fikirlerin rahatça ifade edildiği, her fikrin özgürce tartışıldığı değerlerin değerince değerlendirildiği,  bir Türkiye ve akademi özlemiyle bir ömür geçirdik.  Ölülerin arkasından risale okumuyorum. Okuyanlara da karışmıyorum.   Ancak ölülerin arkasından risale okuyanlar akademiye yön vermeye kalktıklarından işin rengi değişiyor ve böyle sonuçlarla karşılaşmak mukadder oluyor. Her koyun kendi bacağından asıldığı sürece sorun yok.  Aklını kiraya vermiş ve bacaklarını kasaba teslim etmiş koyunlar fetö gibi bilerek ve/veya çoğu zaman bilmeyerek toplumu imha etmeye kalktıklarında fatura ödenecek gibi olmuyor! Yaşayarak öğrenmedik mi?

Öncelikle Uşak’lıya  sonrasında  Uşak’ı idare eden mülki ve idari amirlere  Uşak’a sahip çıkmalarını istirham ediyorum.   Bir şehre dünyanın en pahalı yatırımlarını yapabilirsiniz. Ancak harcında kültür ve medeniyet yoksa bir işe yaramaz.  Bir kent öncelikle değerlerine sahip çıkacak. Kovmayacak,  kovarsa halk ağzındaki argoyla,  kovalara, hödüklere ve zübüklere,  yani değersizlere mahkûm olacak ve Uşak hiçbir zaman şehir olamayacak! Şehri yönetenlere Farabi’nin Medinetü’l Fazıla adlı eserini tavsiye etsem okurlar mı acep? Okusalar şehir ve devlet kavramları hakkında fikirleri olur!

Bu makaleyi kaleme almamın birinci nedeni ülkem adına duyduğum endişe ve acıdır. Makalenin şu anda ortaya çıkmasının muharrik gücü de, 1995’de Uşak’a geldiğimde Eğitim Fakültesi’nin dekanı olan, bir müddet  birlikte çalıştığımız, sahasının tanınmış  bilim adamlarından  Prof.Dr. Mustafa ERGÜN hocamın paylaşımıdır.  28 Aralık 2019 günü sosyal medyada “Akü Devlet Konservatuvar Çocuk ve Gençlik Orkestrası “Senfonik Türküler” konserinde idik. Çok güzeldi…” diyerek buradan resimler paylaşmış.  Seyhan CANYAKAN’ı bu orkestranın  şefi olarak resimlerde görünce Uşak adına duyduğum acı depreşti ve  üzüldüm.  Ülkem ve Afyonkarahisar şehri ve üniversitesi  adına  da sevindim. Yaşanan örnek bir olay üzerinden Uşaklı kardeşlerimle duygularımı paylaşmak istedim.  Başka örneklerde var ama hepsini yazmaya mürekkep  yetmez!

O gün rektör olma hayaliyle yanlış işler yapmaktan çekinmeyen, ülkenin içinde bulunduğu ortamdan faydalanarak, beni neyse de ( sevmezdik birbirimizi)  yaklaşık  6 yıl yardımcılığını yaptığı rektörün kişilik haklarına elindeki yetkiyle saldırarak yasaları çiğnemekten zerre  kadar rahatsızlık duymayan,  Sayın DALKIRAN, Uşak iline, yani memleketine ne kadar zarar verdiğinin farkında mı acaba? Daha önceki yazılarımda var ama  hakaret etti, kişilik haklarımı zedeledi iddiasında bulunmasın diye  neyi kastettiğime  açıklık getireyim.     Üniversite çalışanı Sezayi DAŞDEMİR  benimle birlikte Rektör Sait Çelik’e binbir türlü iftira ve hakaret etmişti. Bundan dolayı disiplin cezaları almıştı. Rektör tutuklandıktan sonra Sayın DALKIRAN bu cezaları affederek DAŞDEMİR’e destek atmış,  bir bakıma “aferin güzel iftira attın, hakaret ettin, etmeye devam et  demişti!”  Rektöre karşı bu tavrının vefasızlıktan öte ihanet kavramıyla özdeşleştirilebileceğini hiç düşündü mü bilmiyorum. Bunu kendisine nasıl yakıştırdı onu da bilmiyorum. Kendisini sevmem ama nedense bu tür davranışları akademik hayatta sevmediklerime bile yakıştıramadığımdan  kabullenmekte güçlük çekiyorum.  Yine kabullenmekte güçlük çektiğim,  bu hikayede olduğu gibi, ÇELİK döneminde ekilen  meyvesi bol  ürünlerin, başkaları faydalansın diye  başka üniversitelere gönderilmiş  olmasıdır.

Yakından vakıf olduğum bu olayı Uşak’ın ve üniversitesinin buruk  tarihine iliştirilmek üzere  not düşüyorum.  Bildiğim,  Sayın DALKIRAN’ın bir yıllık rektör vekilliği süresinde  “UŞAK MENŞELİ BİR AKADEMİSYENİN  CANYAKAN  HİKAYESİ!”’sinde başrol oyuncusu olduğu, Uşak’a ve üniversitesine çok  zarar verdiğidir.

 Ülkemin ve kurumlarının  ehliyetsiz ve liyakatsiz  ellerde hırpalandığı bu tarihsel süreçte, Seyhan CANYAKAN’ın ulusal ve uluslararası başarılarını duyduğumuzda, biz de, Seyhan CANYAKAN ilimizin damadıdır. Akademik hayatı Uşak Üniversitesinde başlamıştı  filan  diyerek kendimize bir övünme payı çıkarırız nasıl olsa! İş yapamayınca laf yaparız. Laf bol…!

Yolun ve bahtın açık olsun Seyhan CANYAKAN kardeşim. Sen üretim kabızlarına, bilgi ve kültür  mahrumlarına inat üretmeye devam et.

 

canyakan1

 

canyakan2

canyakan3


Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.