UŞAK ÜNİVERSİTESİNDE BÜYÜK KUMPAS! FETÖ NASIL METÖ OLDU?


ali galip baltaoglu  UŞAK ÜNİVERSİTESİNDE BÜYÜK KUMPAS!

  FETÖ NASIL METÖ OLDU?

  METÖ/FETÖ   NASIL KUMPAS KURDU!

  REKTÖR SAİT ÇELİK’İ NASIL  TUTUKLATTI!

Şair diyordu ya hani, “ Haydi  Abbas, vakit tamam; Akşam diyordun işte oldu akşam” Bizde, zarar vermeyelim  referandum diyorduk, işte geldi ve geçti referandum….

Haydi kumpasçılar vakit tamam! Şimdi hesap vakti..

Uşakta uzun süredir bir sahne sanatı icra ediliyor !  Bu gösterinin aktörleri   olağanüstü hal yasasından yararlanarak ve devlet gücüyle  bir rektörü özgürlüğünden ettiler. Ben ise aldığım tedbirler ve  Rabbimin muhafaza buyurması sonucu  Şimdilik fiili zarar görmedim. 

Bilindiği üzere, yaşama ve güvenli yaşama hakkı Anayasa’da ve evrensel hukuki mevzuatta tüm vatandaşlara tanınan en önemli haktır. Çünkü  insanlar şerefleriyle haysiyetleriyle yaşamak isterler. Şerefsiz ve haysiyetsiz bir yaşam insan olanın isteyeceği bir yaşam türü değildir. Bu nedenle  Yüce Allah’tan(cc) her zaman dileğim, anlamlandırmak zorunda olduğumuz bu hayatı  şerefle tamamlamayı bana nasip etmesidir. Bizler ve bizim neslimiz, milli İslami ve insani değerlerin sahipleri olarak,   bir  saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayat  için fırıldak olmaya gerek olmadığını bilerek yaşadılar ve yaşıyorlar. Sorun şu ki biraz az kaldık galiba! Bu yazım ve ihbarım bu işlere bulaşan tüm fırıldaklara armağanım olsun.

Anayasamızın temel hak ve hürriyetlerin korunması başlıklı 40. maddesi  Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir,  der. Peki kişinin temel hak ve hürriyetleri bizzat devletin adaleti sağlamakla görevli kurumları tarafından tehdit ediliyorsa, adaleti sağlamakla görevli kurumlar, devletin en üst düzey yetkilileri, bazı FETÖ’’ye bulaşık siyasetçileri barındıran bir örgüt, kumpas kurarak sizi yok etmek istiyorsa, sizi fütursuzca lekeliyorsa ne yapacaksınız?  Bunlar, devletin kendilerine verdiği yetkiyi kötüye kullanıyor insanları özgürlüğünden ediyorsa, nasıl davranırsınız? 

İki yol var önünüzde. Ya korkar köşenize çekilir zillet içinde akıbetinizi bekler zalimlerin insafına sığınırsınız. Ya da adam gibi mücadele eder, doğruya şahitlik eder,  hak ve  hukuk yolundan şaşmadan,  devletin yetkilerini kötüye kullananları deşifre edersiniz. Sünnetullahtır yanlış yapan bedel öder. Yanlış yaptıysam ve yapıyorsam benim açımdan şimdi bedel ödeme zamanı. Yanlışı ben yaptıysam ben, vali, belediye  başkanı, savcılar, rektör vekili vb. devlet gücünün arkasına sığınarak  her kim  yaptıysa onlar ödeyecek.  

Gelelim Uşakta bile isteye, yanlışın üzerine basa basa oynatılan  orta oyununa.

Ben rektörle ilgili iddialara hiçbir zaman inanmadım.    Çünkü benim  tanıdığım rektör FETÖ’cü değildi. Fakat büyük bir algı operasyonu yapıldı. Operasyonu yapanlar sıkı Ak Partili ve sıkı Reisçi görünüyorlardı. Rektörle ilgili iddialar her geçen gün çoğaltıldı ve köpürtüldü.  Üniversitede FETÖ’cü kadrolaşma yaptığı iddia edildi.  Tabii rektörün personel alma politikasını yakından bilen biri olarak buna da hiç inanmadım. Birçok alınacak adamın  araştırmasını ben yapmıştım ve rektör, FETÖ’cü-cemaatçi  raporu verdiğim hiç kimseyi üniversiteye almamıştı.

Ayrıca üniversiteye alınacak temizlik işçilerini bile İŞKUR’dan  gelen liste üzerinden kura ile işe  almıştı. Bana “Ali Galip hocam asgari ücretle çalışmaya razı olan insanlar arasında ayrım yapmanın hesabını ne bu dünyada ne öbür dünyada veremeyiz” demişti. O gün bu uygulamaya tepki koyan Mehmet Altay ve İsmail Güneş vekillerim bugün bu uygulamanın haklılığını teslim ediyorlar. Zira işe alınacak adamlar partiden gelseydi, partiden refere edilen birçok cemaatçi bu imkândan faydalanacak, cemaat gücüne güç katacaktı.  Rektör Sait ÇELİK hiçbir akrabasını hatta kardeşini bile üniversiteye sokmadı.  

Bu süreçte, Rektörle ilgili Uşak Belediyesi ile irtibatları bilinen adamların, MURAT KOPARAN, SARIKLI FRED, BEŞTEPE C , YAHYA KAPTAN   gibi sosyal  medya hesaplarında, rektör,  ben ve daha birçok başka kişi hakkında iftiralar iddialar birbirini kovaladı.  Bu sosyal medya hesaplarının Uşak Belediyesi ve Menzille ticari ilişkileri olan Eyüp Gökhan ÖZEKİN’’in kontrolünde hesaplar olduğunu rektör hocadan duymuştum.  ÖZEKİN, doğrudan bu işlerin içine dalmakta da bir beis görmedi. rektör aleyhine tweetler attı. Bunları haber yaptırdı. Çünkü menzil ve belediye ticari  ortaklıkları bir masuma iftira atmak günahından çok daha önemliydi. Hesap günü onlara şefaatçi olacak efendileri vardı!

Müthiş bir algı operasyonu yapıldı. Bu arada, son dört ayda öğrendim ki, rektörün ve  benim  FETÖ’cü olduğuma dair  çok çalışılmış. Başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere devletin üst düzey bütün kurumlarına yüzlerce hatta binlerce ihbar sistematik olarak yapılmış ve böyle bir algı oluşturulmuş. Bu arada siyaseten yok edilmesi planlanan Uşak Milletvekili Alim TUNÇ’un da isminin Hazım SESLİ’nin doktoru diye sırf lekelemek için fetö iddianamesine yazıldığını, 2003 tarihinde milletvekili olarak  katıldığı  iş adamları yemeğinin  resminin konulduğunu  söylemeliyim. 90’lı yılların sonundan,  milletvekili olduğu 2002 Kasımına kadar, birisi Hazım SESLİ’nin fabrikası olmak üzere iki üç yerde kısmi zamanlı hekimlik yapıyordu.  İddianamede ve sosyal  medyada o da unutulmamıştı! 🙂  Alim Bey’de bu eylemi iyiniyetle bağdaştırmamış bu yolla siyasi operasyon yapan, 2002 deki bir görev nedeniyle (bu tarihte Hazım SESLİ ne kadar cemaatçiydi acaba? 🙂 savcıyı HSYK’ya şikayet etmişti!

BeştepeCB

Uşak’ı bilenler açısından bu işte bir gariplik vardı. Uşak FETÖ’nün başkenti gibi bir şehirdi. Valisinden, ağır ceza reisine, il müdürlerinden, Ak Parti il ilçe teşkilat başkanlarına, belediye başkanına, kadar herkes ama herkes FETÖ’ye az veya çok bulaşmıştı. OSB başkanı, ticaret odası vb. FETÖ’cülerin elindeydi. Hatta siyasi ayak, il- ilçe başkanlıkları ve belediye meclis üyeleri bazında daha çok şüphe vardı. Üst düzey partililerin eşleri FETÖ ablasıydı. FETÖ’’nün sivil toplum örgütlerinde kuruculuk ve yöneticilik yapmışlardı. İş ortakları da FETÖ’cüydü. Hiç kimse Nurullah CAHAN’ın Servet KUŞ’un, Basri YILDIRIM’ın ve benzerlerinin FETÖ’ ile bağlantısı olmadığını söyleyemez. Bunlar basında yazıldı çizildi.

Peki bu adamlar FETÖ’cü  müdür? Gerçekte bilemem. Kalplerini yarıp bakmadım. 17-25 Aralıktan sonraki pozisyonlarını da bilmiyorum. Onlara çok yakın  kişilerin ve devletin istihbarat birimlerinin bilebileceği şeylerdir diye değerlendiriyorum.  Ama çok yakın zamanlara kadar FETÖ’cülerle iş tutukları,  onlara belediyeden maddi imkanlar sağladıkları  konuları basında yazıldı çizildi. Yine de onlara fütursuzca FETÖ’cü diyemem. Ama onlar rektöre ve bana  çeşitli mahfillerde maalesef FETÖ’cü diyerek  bu algıya hizmet ettiler, diye biliyorum.  

Bu algı operasyonlarının sonunda, Uşakta bol miktarda FETÖ’cü varken, bu kadar FETÖ’cünün içinde, ne hikmetse altı yıl boyunca beraber çalışmaktan şeref duyduğum ve FETÖ’cü olduğuna ihtimal vermediğim rektör FETÖ’cülükten tutuklandı. Gırtlaklarına kadar FETÖ’cü olanlar, dini cemaatler arası yolculuklarla kendilerini saklamayı başardılar!  Dün FETÖ’ den feyz alanlar, son beş yıldır hatta üç yıldır döndüklerini söylüyorlardı! Merak ediyorduk FETÖ’nün hangi itikadi ve siyasi yanlışlarını gördüler de Menzil’den Hakyoldan, Risale guruplarından, vb. feyz almaya başladılar! Tabii merak edilen bir başka husus ise dönenler neden bir müddet kafa dinlemediler, döner dönmez bir başka dini yapıya kendilerini attılar! Sebebini ve sonucunu bilenler bilir de, bilmek durumunda olanlar neden bilmezden gelir!    

Uşak’ta FETÖ’ ile içiçe olmuş hiçbir üst düzey görevlinin FETÖ’cü  olduğuna dair birkaç muhalif yayın organı dışında hiçbir kimse konuşmazken gizli açık FETÖ’ ile bağlantısı olanlar rektörün FETÖ’cü olduğunun propagandasını yaptı!

İşte bu günlerde  uşak FETÖ’ iddianamesi ortaya çıktı. Burada öğrendim ki, herkesin FETÖ’ye kul köle olduğu zamanlarda tavır koyabilen, onları kıyasıya eleştiren, siyasi ve itikadi anlayışlarını layık oldukları yere, yerin dibine sokan ben dahi  FETÖ’cüymüşüm meğer! Bu iddianamede rektör de  ben de  FETÖ’cü olarak geçiyordum.  Nasıl mı? Anlatalım..

Yrd. Doç.Dr. Volkan TURAN’ın güdümünde olduğunu  sonradan  tespit ettiğim  İlyas EROL adlı bir öğrenci BİMER’e ve CİMER’e şikâyette bulunmuştu. Rektöre FETÖ’cü diyordu. Benimde Teknokent projesinde Organize Sanayisi Başkanı başkanı Ali YILDIRIM’la beraber büyük ortak olduğumu, FETÖ’cü olduğumu buradan kazanılan büyük paraları Amerika’ya FETÖ’ye aktaracağımı söylüyordu. İlyas EROL bu bilgilerin hepsini sendika temsilcisi Arş.Gör. Adil ERKEN’den aldığını ifade ediyordu. Volkan TURAN faktörünü ise özenle saklıyordu. Köküne kadar FETÖ’cü olduğu kanaatinde olduğum Adil ERKEN, Uşak’taki FETÖ’ye hizmet eden sistem tarafından özenle  korunuyordu. Şimdilerde rektör vekili Sayın DALKIRAN tarafından korunuyor. Kumpasın Sayın DALKIRAN ayağını ayrıca yazacağım. Ama kısaca bilgi vereyim. Kumpasın bir parçası olan rektör vekilinin koltuğunda daha ısınmadan, kendini gerçekten rektör zannederek  şahsımla ilgili  hukuku katleden uygulamalarını yargıya götürüyorum. Maalesef üniversite adeta 28 Şubat Kemal GÜRÜZ dönemine döndürüldü. Kurulan kumpasta Adil ERKEN’in Sezayi DAŞDEMİR’in fonksiyonlarını ve hukuk dışı eylemlerini saklamak için hukuku katleden Sayın Dalkıran’ın  idare  hukuku tarihine hediye ettiği uygulamaları ve belgeleri zamanı geldiğinde kamuoyuyla paylaşacağım. Hâlihazırda tarafımdan üniversite aleyhine açılan dört davası oldu. Son olarak İlyas EROL denen kumpasçıların aleti öğrencinin şikayetiyle hakkımda bir soruşturma daha açmış rektöre kumpasın tanıklarından Prof.Dr.Sadiye TUTSAK’ta incelemeci kisvesiyle  yolunu yapıvermiş. 🙂 Demek ki beşinci dava yolda :-)! Bu belgeler hukuk devleti açısından size küçük dilinizi yutturabilir. Zira elime her gelen belge, Sezayi DAŞEMİR’in ipiyle kuyuya inen rektör vekilimizin ve kumpasın yancıları Filiz ÇOLAK ve Sadiye TUTSAK’ın hukuktan ne anladığını gösteriyor. Daha dün intihalcilikten (bilimsel hırsızlıktan) atılma durumuna gelen ve rektör yardımcısı Saim SAVAŞ’ın raporuyla, Sait ÇELİK’in merhametiyle kurtarılan eksikli öğretim elemanlarının nelere alet olabileceklerini görmek son derece üzüntü verici. Sait Çelik bunlara merhamet ederek yanlış yaptı. Zira zalime merhamet topluma zulüm olarak geri dönüyor. Yeter ki tırnakları biraz toprak tutsun, kendilerini güçlü hissetsinler! Gücün kimde olduğu bilinmezse, güç aldatıyor. 🙂  Bu uygulamaları elbette YÖK’e götürüyorum ama, rektör vekilliğini her ne istersem yaparım makamı olduğunu düşünen, hukuk kuralları ile kendini bağlı hissetmeyen, böylelikle fantezi bir intihar şeklini  seçen rektör vekili Sayın DALKIRAN’a köşemden kamuoyu önünde soracaklarım var. Yadırgamamasını dilerim. Zira bunlar kurum işleyişi içindeki akademik ve mesleki sorunlar değildir. Gizli kapaklı yürütülecek işler hiç değildir.  Konu KUMPASTIR  ve rektör vekilinin KUMPASIN  neresinde olduğudur!? Yapmam gereken kamuoyunun açıklıkla bilmesi gereken şeylerden kamuoyunu haberdar etmek ve hukuk düzenin sağlanması açısından yapılması zaruri olan işleri gerçekleştirmektir. Aksi takdirde bu ülkede hiçbir şey asla düzelmez.

Anadolu’da bir özdeyiş vardır. “Gizli gizli boğaya gelen aşikâre doğurur” diye Bu kumpasın içinde boğaya gelen kim varsa onların  ebeliğini  bizzat  yapacak, kamuoyunun önünde tek tek Allah’ın izni ve inayetiyle doğurtacağım. Hiçbir şey gizli kalmayacak.

Neyse  konumuza dönelim.

Bu durumu tespit ettikten sonra 25 Ağustos 2016’da MADE İN MENZİL KUMPAS  “UŞAK FETÖ’ İDDİANAMESİNE İSMİM NASIL SOKULDU?”  başlıklı bir yazı yazdım.  http://www.usak.tv/made-in-menzil-kumpas-makale,165.html  Bu yazı da  sosyal medyadan başıma gelecekleri önceden  bildiren, savcılık ve güvenlik güçleriyle ortak çalışan,  “Ali Galip Baltaoğlu Nefretimsin Şafakta basacaklar” diye tweet atan  MURAT KOPARAN’a da cevap vermiş meydan okumuştum.  Bu hesabın,  güvenlik güçleriyle ortak çalıştığı çok açıktı. Soruşturmanın her safhasını bu hesaptan öğrendik. Polisler rektörün kapısına geldiği dakikada bu hesap haber verdi. Operasyonun her aşamasında gereken algıyı yaratmak için devreye girdi. Savcıların operasyonlarının zeminini hazırlama fonksiyonunu üstlenen bir sosyal medya hesabı olarak görev yaptı.  Yine Cumhurbaşkanlığı Beştepe hesabı da aynı türden bir sosyal medya hesabıydı. Yeri geldikçe bahsedeceğim.

Bu makalemde   soruşturmayı yapan  savcıya,  İlyas EROL’un  verdiği ifadede  kaynak gösterdiği Adil ERKEN’in ifadesine niçin başvurmadığını sormuştum.  Ona sorulmamıştı anladım! Bana niye sorulmamıştı!? Sorunun cevabı aslında çok basitti. Savcılar bu konuyu bana sorarlarsa gerçek ortaya çıkardı! Ama sanıyorum sayın savcılar gerçekle pek ilgilenmiyorlardı. İşin içinde kumpas vardı.

Adil ERKEN’i savcılık iddianamesine kaynaklık eyleminden dolayı üniversitede şikâyet etmiş hakkında disiplin soruşturması talep etmiştim. İlyas EROL bu konuda iki üç tanık göstermişti. Ancak şimdi üniversitenin başına geçen Sayın DALKIRAN kumpasla ilgili izleri ortadan  kaldırmak için, kumpas kuran örgütün bir elamanı gibi davranmaya başlamıştı. Rektör vekili olduğunda ilk iş olarak algı yaratma yolunda iftiraları gizli açık yayan Sezayi DAŞEMİR’in bir kısmı yüz kızartıcı sayılabilecek cezalarını kaldırmıştı. Mağduru olduğum için  benim şikayetimle aldığı cezalarda kaldırıldı. Daha sonra Sayın DALKIRAN tarafından Adil ERKEN hakkındaki soruşturmanın kapatılması emredilmişti. Buradan çıkan doğal sonuç ise şuydu: Sayın Bey’in bu kumpasın üniversitedeki ayağı olduğu artık çok açıktı. 

Evet, Sayın Savcılar bu konuları neden bana sormadılar?  Kanaatim o ki kumpas kuruyorlardı. Sorarlarsa şafakta basamazlardı! Beni de FETÖ’cü yapıp paket edeceklerdi… Lekelenmeme hakkımızı kumpas kuran devletin savcıları çiğneyip  geçmişti. Sosyal medyada hakkımda söylenen bunca iftiranın sebebi de, işini yapmayan bir başka deyişle işine haram karıştırdığı kanaatinde olduğum devletin savcılarıydı! Ama daha kötüsü vardı, lekelemenin şahikasını yapacaklar, hayatını FETÖ’ ile mücadelede geçirmiş bir adamı FETÖ’cü karalamasıyla cezaevine göndereceklerdi! FETÖ’cü rektörün en yakını bilinen kişi FETÖ’cü olmazsa kamuoyunu ikna zor olurdu!

Böylece Ekim ayına kadar geldik. Tam bu sıralarda, üniversitede bana yakın bir kişi olarak bilinen  öğretim Görevlisi Kenan AKARBULUT gözaltına alındı ve tutuklandı. Basında bylock çıktığı yazdı. Çok üzüldüm. Zira ben onunla 2008 yılında tanışmıştım. Cemaatte yetişmiş bir fukara çocuğuydu. Cemaat onu 2008 yılında istenilen tayin bölgesine gitmediği ve Uşak’a gelmek istediği için dışlamıştı. En azından ben öyle biliyorum. Çok iyi bir matematikçi ve geometriciydi.  Son görev yeri Kazakistan’dı. Oradan  istifa edip Uşak’a dönmüştü. Bir müddet Final dershanelerinde çalıştı. Özel ders vererek hayatını kazandı. Bir çok arkadaşıma, çocuklarına ders vermesi için tavsiye ettim.  Nitekim terör savcısı  Bahadır Bey’in kızına ders vermişti.(O’na kim tavsiye etti  ki! Acaba Volkan Turan mı?)  Çünkü o bu konuda uzmandı. Bu sebeple Uşakta ders vermediği üst düzey hiçbir kişinin çocuğu hemen hemen yoktu. Sadece savcı  Bahadır’ın kızına değil, rektör vekili Sayın DALKIRAN’ın oğluna da ders vermişti. Sıcak kanlı biriydi. Tipik bir cemaatçi değildi. Her kesimden insanla fedakârlığa dayanan bir ilişkisi ve iletişim biçimi vardı. Bir rica üzerine gerekirse gecenin geç saatlerine kadar ihtiyaç duyanların çocuklarına ders verecek yüreği vardı.  İnsanlara pek hayır diyemezdi. Bu yüzden onu sever, yol göstermeye çalışır, cemaatten uzak durmasını tavsiye  ederdim. Doğrusu bu kişi üzerinden bana kumpas kurulması beni son derece üzmüş ve huzursuz etmiştir

Bu konuları Ekim ayında ve Aralık sonunda iki dilekçeyle HSKY’ya şikayet ettim.  Şimdi, sayın savcılara ve bu savcıların sahibi devlete MARUZ BIRAKILDIĞIM BU KUMPASLA  ilgili  sorularım var. Bu soruların dayanağı BAZI SOMUT BİLGİLERİM ve GERÇEK OLDUĞUNA DAİR GÜÇLÜ DUYUMLARIM . Savcıların bana yaptıkları haksızlıklar güvenliğimi ve hayatımı etkiliyor. Dolayısıyla  bunun en tabii  hakkım olduğunu düşünüyorum. Bugün Türkiye’ de gelinen noktada bazı savcılarımızın ve hâkimlerimizin sütten çıkmış ak kaşık olmadıkları da bir gerçek. Dosyadaki gizlilik kalktığında, şayet duyumlarım doğruysa kendilerine karşı bir hukuk mücadelesi başlatacağım. Zira bu dosyadaki gizlilik kararının artık bir kumpası gizlemek için kullanıldığı gibi bir kanaate sahibim. Sorularıma hukuki ve mantıklı gerekçeler istiyorum. 

1)  Öğr. Gör. Kenan AKARBULUT 10 Ekim tarihinde gözaltına alındı. 14 Ekimde tutuklandı. Tutuklandıktan 10 gün kadar sonra 24 Ekim Pazartesi günü savcı Bahadır SAKAOĞLU kendisini çağırdı mı? Sohbet etmek için çağırdığını söyledi mi? Sen benim kızıma da ders vermişsin. Sen iyi bir insansın ben sana yardımcı olacağım dedi mi, Öğlen saatlerinde başlayan sohbet 3-4  saat sürdü mü? Saat 16-16/30 gibi savcı özel kalemini arayıp oraya gelen olduysa içeri gelsin talimatı verdi mi? Bunun üzerine odaya savcının üniversiteden çağırdığı Yrd.Doç.Dr. Volkan TURAN (ki bu kişi üniversitede kopya soruşturması geçirdiği ve bundan rektör ve beni sorumlu tuttuğu için bizden nefret eder) odaya girdi mi?  Volkan TURAN Savcı Bahadır SAKAOĞLU’nun  odasına  girer girmez (Kenan AKARBULUT’u (çok iyi tanışırlar aynı apartmanda ailecek görüşürlerdi)  Ali Galip seni sattı. rektör seni sattı, senin aleyhine ifade verdiler, dedi mi? Tutuklu Kenan AKARBULUT’dan rektör ve benim aleyhimde ifade almak için baskı yaptılar mı? Kenan AKARBULUT’a  Sen de itirafçı ol, her şeyi anlat kurtul, çocuklarına kavuş dediler mi?  Eşinde listede bak onu da alacağız, çocuklarına kim bakacak. Tek başına kaldın, diyerek şüpheliyi moralmen çökertip iftiraya ikna etmek istediler mi? Rektör bizim cemaatten, beni Kazakitan’a cemaat okullarıyla bağlantı için, cemaat okullarından öğrenci getirtmek için gönderdi diye ifade istediler mi? Sanık yok öyle bir şey anlaşma yaptığımız üniversitelere bakın dediği halde bu ifade manevi baskıyla alınmak istendi mi?  Ali Galip Baltaoğlu Kripto FETÖ’cüdür. Benim ÖSYM ve açıköğretim sınav görevlendirmelerini, cezaevindeki FETÖ’cülerle irtibat kurma için cezaevine yapıyordu, iftirasını attırmak istediler mi?( Burada idarecilik yaparken cezaevine nazım geçiyor diye, ya Vedat Yeşilçiçek kardeşimi ya da Kenan AKARBULUT’u görevlendirirdim. Çünkü kimse cezaevi görevine gitmek istemezdi)  Şüpheli AKARBULUT FETÖ’cü diyeyim de, olmayan şeyleri söyleyeyim de  iftira mı edeyim dediğinde,  o zaman duydum dersin dediler mi?  Volkan TURAN Ankara’ya gittim Adalet bakanlığında senin için görüştüm seni kurtaracağım merak etme, yeter ki istediğimizi yap dedi mi? (Yanındaki savcı kurtaramıyor Volkan TURAN Adalet bakanlığından kurtarıyor 🙂 Sonuçta iftira ettirmek için büyük bir manevi baskı yapıp  eşini de alacağız diye ahlaksızlığın dibini buldular mı? 

2) Volkan TURAN  Savcının odasına geldiyse,  ne sıfatla gelmiştir?  Hangi hakla savcıyla birlikte gerçek dışı bilgilerle sanığı iğfal etmeye kalkmıştır? Savcıyla birlikte hareket eden bu şahıs devletin başka bir birimi  adına mı çalışmaktadır? Bu cüret nereden gelmektedir?  Yoksa bu şahıs, Sayın DALKIRAN tarafından (ödül olarak olsa gerek) rektörlük hukuk müşaviri atandığı  odasına gelen çiçeklerden de anlaşılmasını istediği ve üniversitede havasını attığı gibi, MİT’ndan mıdır ?  Başımıza bu işleri açan bu şahıs hakkında, başsavcılığınızın bir bilgisi veya ortaklığı var mıdır? Zira bütün bunları savcılığınızın bilgisi dışında yaptıysa bunun tehlikeli bir hasta olması muhtemeldir ve devlet derhal tedbir almalıdır?

3) Kenan AKARBULUT, 28 Ekim 2016 Cuma günü saat 10 gibi tekrar iftira ettirilmek üzere savcı tarafından ifadeye çağrıldı mı? Şüphelinin avukatıyla beraber ifadeye çağrılırken, manevi baskı oluşsun diye eşi de görüştürülmek üzere çağrıldı mı? İftira etmeyince ceza olarak eşiyle görüştürülmeden apar topar cezaevine gönderildi mi?

AKARBULUT’un ifadesine göre, savcı ifadeyi almaya başlayınca Volkan TURAN bende geleyim mi diye savcıya mesaj atıyor. Savcı da yok ben hallederim diye mesaj yolluyor. O kadar pervasızlar ki arkalarındaki güçten eminler ki, bunu sanığa kendi söylüyor. Bunlar doğru olabilir mi sayın başsavcım?

Sayın başsavcım bu iddiaların kaynağı Kenan AKARBULUT cezaevinde.  Bu adam bize iftira ettirilmek için mi tutuklandı? Tutuklandığında tutuklanmasını gerektirecek bir delil var mıydı? Avukatı tutuklanmayı gerektirecek hiç  bir şey yok demişti. Yakın zamanda  üzerinde kayıtlı bir telefondan  bylock çıktı diye de duydum. Biz onun 2008 yıllarından sonra örgütle bağlantısı yok diye biliyoruz. Buna şahitlik ettik. Ancak bu çocuğun doğal çevresinin cemaat olduğunu, biliyorduk.  İnsan ilişkilerinde beyanı esas alan bir kültürün çocukları olarak kimseye şüpheyle muamele edemezdik ve etmedik. Bu çocukta suç işlediyse ve örgüt üyesiyse elbette cezasını çekecektir. Yine de örgüt üyesi olduğunu sanmıyorum. Ama benim merak ettiğim şu,  AKARBULUT bize iftira attırılmak için mi tutuklandı?  Örneğin  Uğur Ç gibi bu yapıdan olduğu Uşak kamuoyunun çok iyi bildiği ünlü bir avukat serbest bırakılmış ancak bylock raporu geldikten sonra tutuklanmıştı. Kenan AKARBULUT’un tutuklandığı tarihte o günün basınında yazdığı gibi bylock raporu olduğu için mi tutuklandı, yoksa bize kumpas kurmak için mi? Sırf size    iftira ettirmek için bir kişinin tutuklanması, sizi rahatsız etmez miydi? “Bana ne, ne hali varsa görsün” diyebilir miydiniz? İftira ettiğinde etkin pişmanlıkçı kontenjanından serbest kalacak bir adamın, iftira etmemek için özgürlüğünden olmayı kabul etmesi değerli bir şey değil midir? Hangisi daha namusludur sayın savcım? İftiraya zorlayanlar mı, bu baskılara direnip iftira etmeyen mi? Bir adamın size iftira atmadığı için cezaevinde yattığını düşünmenin nasıl bir duygu yarattığı hakkında fikriniz var mı?

Şunu da söylemeliyim,  sayın savcım. Bu ülkede ahlak iflas etmiş. Benzeri bir olay çalıştığım yerde,  Serik’te de vaki oldu. Maalesef. 37 yıllık arkadaşım belediye başkanı Ramazan Çalık’a da aynı kumpas kuruldu. Eskiden burada  belediye başkan yardımcılığı yapmış biri FETÖ’den tutuklanmış. Ona cezaevinde bir avukat gitmiş ve   “başkan bizden FETÖ’cü, onu biz aday gösterttik” dersen seni etkin pişmanlıktan yararlandırarak çıkartacağız demiş. Burada yaptığım araştırmaya göre, bunu söyleyen kişinin FETÖ’cü olduğuna dair tanıklık edenler var. Araştırıyorsunuz, arkasında hırsları zekâlarının ve kapasitelerinin çok üstünde kifayetsiz politikacılar ve FETÖ’cüler çıkıyor. Bu kadar ucuz mu bu işler! Her yerde aynı ahlaksızlıklar.

Sayın Başsavcım sadece ve sadece yukarıda sorularını yönelttiğim  bu olayın yarısı  doğruysa, rektörle ilgili FETÖ soruşturmanızı çöpe atın. Gösteri bitti..

Soruşturma sırasında bunlara gerek duyulduysa rektörün FETÖ’cü olduğuna neden inanayım? CUMHURİYETİN SAVCISI  diye size neden güveneyim? Kaldı ki, görevli polislerin FETÖ’den  tutuklanan ve sonra serbest bırakılan işadamı Avni AKGÜN’den de aleyhe ifade almaya çalıştıkları gibi bir duyumum da var. Buna benzer başka kişilerin olduğu da söyleniyor. Şimdi rektör şayet FETÖ’cüyse bunlara ne gerek var diye düşünmemi makul ve mantıklı bulur musunuz?

Bu konuyu HSYK’ya götürdüm.  Bahadır Bey’i Manisa’ya gönderdiler. Bizim ateşimizi aldılar. Ancak sanıyorum HSYK’daki şikayet dilekçelerimize iş yoğunluğundan dolayı işlem için  henüz  sıra gelmedi. Bir de anlaşılan bu kumpasın ve Murat KOPARAN  gibilerinin İslamcılık adı altında yürüttükleri örgütçülük faaliyetlerinin Ankara’da da sahipleri var. Bu sahipler bazı yetkili mercilere  soruşturmanın hatasız olduğuna dair teminat veriyorlar. Oyalama taktikleri sürüyor. Kumpas sonucu cezaevlerinde suçsuz insanların yatması sorumlu vicdanları rahatsız etmiyor. Yanlış yapıyorlar…  Sübhan Allah görüyor ve biliyor!

Zatıâlinizin başsavcılık yaptığı kuruma güvenemiyorum maalesef.  Zatıâlinizin kefili Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek beyefendi diye duydum. Kenan Bey’in acaba bütün bunlardan haberi var mı? Keşke ne tür olayların döndüğü bir SORUŞTURMAYA VE SAVCILIĞA KEFİL olduğunu bilseydi!  

Daha bitmedi sayın savcım.  Şahsımla ilgili duyumlarımda var.

Ahmet BOZKURT kimdir sayın savcılarım? Rektörle ilgili yaptığınız FETÖ’ soruşturmasında kimliği tespit edilemeyen bir ihbar mektubunun altındaki imza olduğu söyleniyor. Bu doğru mudur? Bu ihbar mektubu benim ÖSYM’den ayrılırken bir dizüstü bilgisayarı görevi devralan Adem Duru’ya devrettiğimi, Adem Duru’nun bu bilgisayarın içinde FETÖ’nün seks ve şantaj kasetlerini bulduğunu, bunu rektöre götürdüğünü, rektörün de benim bunlardan haberim var, sen sil işine bak dediğini ihbar etmiş.

Böyle bir ihbar mektubunu dosyaya sokup rektörü bunlardan sorguladınız mı? Doç.Dr. Adem Duru’ya bu konuyu sordunuz mu? Sormadınızsa,  neden sormadınız?   Bana böyle bir şeyi nasıl yaparsınız? Benim çoluğum çocuğum, eşim dosttum akrabam var. Sizin yok mu? Bu yapılan size yapılsa ne hissedersiniz? Kimliği belli olmayan ama alçak ve şerefsiz olduğu çok belli  olan bir adamın ihbarını niçin soruşturma dosyasına sokma ihtiyacı duydunuz? Dosyanız bu kadar zayıf mı!?   Görev icabı demeyin sakın. Bana bu kadar kinlenmenizin ve husumetinizin nedenini açıklayın? Ben size ne yaptım?  Zira ben sizleri tanımıyorum.  Sahte isimlerle yapılan ihbarları dosyaya koyma bilindik FETÖ’ taktiği değil midir?  Siz FETÖ’cümüsünüz? Yoksa FETÖ’cülerle çalışa çalışa onlardan edindiğiniz alışkanlıklardan mı vazgeçemiyor musunuz? Ergenekon davalarında kimliği tespit edilemeyen ihbarcıların kahir ekseriyetinin alçak, namussuz ve kumpasçı olduğunu ülke olarak hep birlikte görüp öğrenmedik mi? Böyle bir ihbar nasıl ciddiye alınabilir? Kendinizle ilgili benzer bir ihbarın dosyanıza konmasını nasıl karşılardınız?

Bu olayın doğru olduğuna ve rektöre sorulduğuna dair bilgilerim var. Sizi asla affetmeyeceğim sayın savcılar. Buna hakkınız yok.  

Yine Ahmet BOZKURT denen kimliği tespit edilemeyen şerefsiz kumpasçı  şahıs, Sivil Havacılık okuluna alım yapıldığını ve bu alımları rektörün emriyle benim ve halen  FETÖ’ tutuklusu Alparslan Şahin GÖRMÜŞ’ün yönettiğini ihbar etti mi? Siz bunları FETÖ’ soruşturmasına koydunuz mu?  Bu iddialar size çok mu mantıklı geldi? Bu konuyu  bana niye sormadınız? Sormak için illa tutuklamak üzere mi karşınıza getirmek zorundasınız? Böyle saçma sapan iftiralardan tutuklansaydım derdimi Marko Paşa’ya mı anlatacaktım!?

Bir başka duyumum da şudur. Gökhan ACAR  denen öfke kontrolü olmayan hasta olması kuvvetle muhtemel bir boksör doçent BİMER’E şikâyetlerde bulunuyormuş fakat YÖK işlem yapmadığı için sonuç alamıyormuş.  Bu nedenle  UŞAK VALİLİĞİNE başvurmuş. Sayın Vali bu  iddiaları ÇOK TUTARLI  bulmuş ve derhal arkadaşı KOM’a göndermiş. İfadesini kayda geçirtmiş. İddia şu:

Rektör FETÖ’cü  imiş. Alman İstihbaratının adamı imiş.  Üniversitedeki Arkeoloji bölümü başkanı Prof. Dr. Rainer hoca ile konuşmasından anlamış. Hoca spor yaparken, Rainer hocayla telefonda konuşmuş. “Rainer hoca demiş, isabel hanıma söyle orayı boşaltsın, depo doldu” ! Soy ismi gibi ACAR  boksör buradan rektörün tarihi eser kaçakçılığı yaptığını anlamış. İsabel denen kişi de Knauf şirketler gurubunun başı İsabel Knauf’muş. Bu İsabel Knauf  (her kimse) Türk devletine hükmeden bir şahsiyet olduğu için rektörün FETÖ’ soruşturmasına engel oluyormuş. Sonuç alınamıyormuş. Rektörün tarihi eser kaçakçılığı gibi gizli işlerini de Ali Galip BALTAOĞLU’nun, (YANİ BENİM) yaptığı söyleniyormuş. İş ortaya çıkacak yakalanacağım diye Antalya’ya kaçmış!!!

Demek Antalya başka bir ülke imiş. Antalya’ya kaçınca işlediğim iddia edilen cürümlerden kurtuluyormuşum.

Bütün bunlar şaka mı sayın savcım.?

Tarihi eser kaçakçılığı  iftirasına savcılarla ortak çalıştığı anlaşılan sosyal medyadaki sahte hesaplar, kamuoyunu böyle mi hazırlanıyor sayın savcım..?!!!

Sayın valim, sayın savcım bu hikayede bir zeka kırıntısı görüyor musunuz? Böyle birşeyi yaptığınıza inanamıyorum ama gerçeğin bu olduğuna dair güçlü duyumlarım var. Bir soru da Sayın valiye:   Benim tarihi eser kaçakçılığı yaptığım iddiası mı daha tutarlıdır? Yoksa sizin Uşak FETÖ’ iddianamesinde geçtiği üzere, FETÖ’cü sınıf arkadaşınız Kütahya Valisi Kenan ÇİFTÇİ’nin Türkiye imamı yardımcısı olduğu söylenen Hazım SESLİ’ye,  “beni nasıl biliyorsanız onu da öyle bilin efendim” diye sizi refere etmesi mi?  Sayın Vali, FETÖ’cü olup olmadığınızı bilemem. Ama benim için siz bir FETÖ’ şüphelisisiniz. Biliyorsunuz, iddianamedeki bu somut olguyu ve FETÖ’ soruşturmaları sırasında sorumluluğunuzu müdrik görmediğim bazı fiillerinizi Cumhurbaşkanlığı Makamına  bildirmiştim. Siz de bu bildirimi rektörden bilerek rektöre düşman olmuştunuz. Bunu rektör hocadan duymuştum. Halbuki benim yaptıklarımdan ne rektörün, ne bir başkasının haberi olur. Kimseden emir almam. Ülkem için yararlı gördüğümü yapmaktan beni kimse alıkoyamaz. FETÖ 15 Temmuzda ülkeyi işgal etmeye kalkmış, TBMM’sini bombalamış yaklaşık 250 vatandaşımızı şehit etmiş tehlikeli ve hain bir örgüt. Demem o ki, inanmadığım işi yapmam ve sizi refere eden FETÖ’cüler olduğu için sizin bu makamda bulunmanızı yanlış görüyorum. Ayrıca darbe gecesi saat 2’ye kadar sosyal medyada tepki koymamanız, 2 ile 4 arasında ancak 1 tweet atmanız, 4 den sonra ertesi gün boyunca 26 tweet atarak darbeye müthiş bir tepki koymanızda kafamda soru işaretidir! Hani İslami kaidelere göre şüpheli şeylerden uzak durmak gerekiyor ya, işte öyle bir şey!  Bir müddet bu devlet kurumlarından uzak olmanızda büyük fayda mülahaza ediyorum.  

Böyle deli saçması bir ifadeyi valilikten KOM’a göndererek beni tarihi eser kaçakçısı yapan ifadenin soruşturmaya girmesini sağlamakla benden intikam mı almış oldunuz sayın vali? Bir FETÖ’ düşmanını tesirsiz hale mi getirdiniz? Yoksa üzerinizdeki FETÖ’ şüphesini mi pekiştirdiniz? Bildiğim şudur. Yaptığınız işin, sizin de içinde bulunduğunuz tertibin bir parçası olduğunu düşünmemde anormallik var mı?  Bu FETÖ’ usulü taktikleri devlete, güvenlik güçlerine, adliyeye sokup vakayı adiye haline getirenler FETÖ’cülerdi. Bu usullerin  şahsınızın temsil ettiği makama yakışmadığını bilmek için öncelikle FETÖ’cü olmamak veya FETÖ’cülere yakın olmamak gerekir. Yazık sayın valim. Eskiden sizin  FETÖ’cü olmama ihtimaliniz vardır diyordum. Bugün bu yaptıklarınızı gördükten sonra, bu konuda daha katıyım. Sünetullahtır, yamuk işlerin sonucu da yamuk olur. Size bu gerçekleri gösterecek basirete ve ferasete sahip olmanızı Şanı Yüce Rabbimden diliyorum. Sakın görevimi yaptım diyerek zekâmızı hafife almayın.. Bunun görevden öte bir şey olduğunu biliyorum.

İddianame ortaya çıktığında göreceğiz. Ülkenin hukukçuları değerlendireceklerdir. Şahsen bu hikayede, zeka olduğunu düşünüp bu saçmalıkları ifade haline getirenlerde de zeka emaresi görmüyorum. İyi niyet mahsulü olmadığı açık. Böyle bir şeye niçin ve nasıl  müsaade edebildiler, inanmak gerçekten çok zor. Basiretleri bağlandı herhalde diye düşünüyorum. Böyle bir iddiayı ciddiye alıp rektöre sordunuzsa, bana niye sormadınız?

Kesin kanaatim şudur: Bu deli saçması manyak hezeyanlarının kayıtlara alınmasının  tek sebebi var. Rektörle ve benle ilgili dosya oluşturmak ve dosyayı doldurmak. Kenan AKARBULUT’a iftira ettirebilselerdi, bu deli saçmalarının üstüne somut bir ifade koyup FETÖ’den beni de tutuklamaya kalkacaklardı.. Yazık… Bunun  başka hiçbir mantıklı açıklaması yok. Sosyal  medyadaki tetikçiler bunu haber veriyor, yol gösteriyordu zaten. Yazılarının altına da “MADE İN MENZİL KUMPAS”  adlı bana kurulan kumpası deşifre ettiğim yazıyı okunamayacak şekilde ve de “sayın Şekerci” ibaresini karalayarak vermişlerdi. Zira MURAT KOPARAN’ın Dirliliş Postası gazetesi yazarı Hüseyin Yahya Şekerci olduğu söyleniyordu.

Yaşananlardan dolayı rektöre ve bana kumpas kurulduğuna inanıyor, ismimizin devletin savcıları tarafından lekelendiğini görüyorum. Buna hakkınız yok sayın savcılar. Buna hakkınız yok sayın vali.  Zira FETÖ’ tehlikeli bir alan.  Bu alana girdik mi, valiler ve savcılar olarak sizler bu testten kolay kolay sağlam çıkamazsınız kanaatindeyim.  Bu ülkede bu işlere benden başka karışmayan çok az adam bulursunuz. Zira kafayı kiraya vermem, emir almaya gelemem, Allah’a hesabını veremeyeceğim hiçbir işi yapmam. Boynumdan kimse çekiştiremez. Buna rağmen üstün gayretleriniz sonucu, geçen gün Antalya’da terörle mücadele biriminde, hakaret iddiasına karşı ifade verdim. Konu şuydu. FETÖ’cü olduğu kesin kanaatine sahip olduğum, bu kumpasların içindeki aktörlerden Arş.Gör. Adil ERKEN hakkımda şikâyetçi olmuş. Fuat Avni tarafından parlatılarak Ak Parti içinde yükseltilmeye çalışılan önemli bir FETÖ’cü olduğunu düşündüğüm bu kişi şikayetçi olunca, makaleyi yazdığım usak.tv sahibi Kazım ŞEN ve benim hakkında savcı tarafından terör örgütüyle ilişkileri araştırılsın diye talimat verilmiş.  Sanıyorum irtibat bulunamayınca iş hakarete çevrilip Antalya’ya gönderilmiş. İfadeye gittiğimde polis kardeşlerime sordum. Konu nedir? Dediler ki hakaret. Başka bir şey yok mu dedim, yok dediler. Basit bir hakaret suçu iddiasının ifadesini ben niye terörle mücadele biriminde veriyorum diye sordum. Valla bizde anlamadık dediler.

Ben anlamam gerekeni anlamıştım. Sayın savcıların anlaması gereken ise,  FETÖ’ gibi sadece terör değil, içinde derin bir hainlik barındıran melun bir örgüte temiz insanları isnat etmek tarifi ve tasviri mümkün olmayan bir terör ve hainliktir. Devletin savcılarının böyle şeylere sebep olmamaları gerekiyor. Şayet devlet benim gibi bir adamı  FETÖ’ye isnat ediyor ve bu konuda mesai yapıyorsa devletin, devletliği tartışılır. Ya devletin dünyadan haberi yoktur ki, bu durum faciadır. Ya devlet  durumdan istifade eden çetelerin örgütlerin eline geçmiştir ki,  bu facianın karesidir. Ya da devlet dini ve sivil görünen örgütler yoluyla siyasette etkin kılınmış din kılıflı çetelerin içine sızdırılmış FETÖ’cülerin eline geçmiştir. Bunlar ülkeyi FETÖ’ye teslim etmeyenlerden bu yolla hem intikam alıyorlar hem onları imha ediyorlar hem de FETÖ’ ile mücadele eden devleti-iktidarı yıkıyorlardır ki,  bu durum facianın küpüdür.  Şu iş yoğunluğunda benimle devleti meşgul ederek FETÖ’cü yaratmaya çalışan savcılar kime ve neye hizmet ediyorsunuz?  Bunu sormak hakkım. Bu icraatlarınızla sosyal medyadaki tetikçilerle aile ve iş hayatıma olumsuz etki yapıyorsunuz, buna ne hakkınız var?

Siz sayın savcılar ve yargı mensupları, yıllarca yargı sitemi içinde FETÖ’cülerle görev yapanlar sizlersiniz. FETÖ’ soruşturmasına tabii olduğunuzda neler çıkmaz neler! Mesela benimle ilgili abuk subuk iddiaları iddianameye yazarak ismimi kirletmeye kalkan  Savcı Vekili Hacı Aykut AYDIN (iddianamenin altında imzanız var.)  Bey’e soruyorum. Antalya’da Çocuklarınızı FETÖ’ okullarında  okuttunuz mu? Hangi tarihlerde çocuklarınızı burada okuyordu? FETÖ’nün düzenlediği gezilere gittiniz mi? FETÖ’nün toplantılarında maklube yediniz mi? Son dönemde Menzil’e takıldınız mı? Antalya’dan Uşak’a gelirken Menzil sizi refere etti mi? Sosyal medyada sizinle ilgili ilgi çekici iddialar var. Bu ülkenin önemli bir soruşturmasını yürüten savcı hakkında kamuyunun bunları bilmeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Antalya’da oturuyorum. Bu iddiaların hiç olmazsa bir kısmının doğru olduğunu tespit ettim. Biliyor musunuz Hacı Aykut Bey, ben de, rektör Sait ÇELİK’te çocuklarını hiç FETÖ’ okullarında okutmadı. Ben otuz kusur yıllık bir eğitimci olarak  dershanelerin bir aldatmaca olduğunu düşünürüm. Bu sebeple çocuklarımı sınava intibak etmeleri için son sınıf hariç hiç dershaneye göndermedim. Son sınıfta, Final, Birey, Şafak Öncü gibi dershanelere gönderdim. Bu da  2004-2005 ile 2008-2009   2010-2011 yıllarına tekabül eder.  Yani siz dahil birçok vatandaş çocuklarını bu hainlere teslim ederken ben etmemiştim. Yanlış anlamayın sizin FETÖ’cü olduğunuzu söylemiyorum. Hatta FETÖ’cü olduğunuza da inanmıyorum. Ama çok tutarlı olmadığınızı anlatmaya çalışıyorum. Şüphe kaldıracak kadar arkanızda iz olduğunu söylüyorum. Unutmayın sayın savcı en az sizin kadar benim de lekelenmeme hakkım var. Devletin savcıları bu kadar duyarsız olamaz, olmamalı.

Biliyorum kumpası kuranlar açısından,  FETÖ’ye bu kadar düşman ve karşı bir adamın rektörün en yakını olması sorun. Mantıken FETÖ’cü bir rektörün en yakınındaki adamın da FETÖ’cü olması gerekiyor. Ama öyle değil. Neden biliyor musunuz? Çünkü rektörde FETÖ’cü değil! Benim kanaatim budur.

Başkaları bilmese de eski genel sekreter Adil KARAMAN operasyonda alındığında hemen anladım ve yakınlarıma rektöre iftira attırmak için bu adamı aldılar dedim. Çünkü bu adam yalancı şahitlikte usta ve bu konuda ahlakı müsait bir adamdı. Yıllar önce 2005’li yıllarda mahkemede benim aleyhimde yalancı şahitlik yapmıştı. O günlerde üniversite yönetimi aleyhine, benim ise lehime Valilik insan hakları kurulundan bir karar çıkmıştı. 28 Şubat Rektörü olan Şan ÖZALP bana ve bu kurul üyelerine hakaret etmiş o tarihte kurul üyesi olan Adil KARAMAN rektörün emriyle kuruldan istifa etmişti.  Rektör aleyhine açtığım tazminat davasında Adil KARAMAN tanık olarak dinlenmiş, hukuka aykırılıklar mahkeme kararlarıyla sabit olduğu halde “rektörün uygulamalarının yasa gereği olduğunu, 28 şubat rektörünün  husumetle davranmadığını” söylemişti. Bu olayı avukat Ümit İnceefeye sorun size tafsilatıyla anlatsın. Gerçi yalancı şahitliği bir işe yaramamış Şan Özalp mahkum olmuştu, ama olsun, arkadaş yaradılışının  gereğini, yani yalancı şahitliğini yapmıştı. Bu nedenle Kur’an’a göre islam hukukunda bir kez yalancı şahitlik yapmış kişinin ebediyen tanıklığına başvurulmaz.  Duyduğuma göre rektörün tutuklandığı mahkemede kendisinin Nakşibendi olduğunu söylemiş. Hâlbuki yıllar önce FETÖ’cüydü. 2010-2011  yıllarından sonra  menzile takılmaya başladı diye biliyorum. Duyumlarıma göre mahkemede şöyle demiş:  2011 de rektörle beraber başsavcıyı ziyaret gitmişler. Başsavcı ve rektör salak oldukları için!  Adil KARAMAN’ın huzurunda karşılıklı birbirlerine birer dolar göstermişler ve seri numaralarını kontrol etmişler. Yine üniversitede bir yemek sırasında şu anda rektör vekilliği yapan Sayın DALKIRAN’la rektör  birbirlerine birer dolar göstermişler. Sayın DALKIRAN Adil Bey sende döviz yok mu, demiş o da bunun  üzerinde döviz olmadığından dolayı çok utanmış sıkılmış ve yok döviz taşımıyorum demiş.  15 Temmuz  darbesinden sonra anlamış ki, bu FETÖ’cüler arsında şifreymiş meğer!!!

Bunlar doğru mu sayın savcım. Doğruysa, bu tanıklıklar,  size mantıklı makul ve muhakemesi sağlam bir zihinden çıkmış gibi geldi mi? Hayatın olağan akışına uygun mu?  Bütün bunlar ziyadesiyle komik değil mi?

Sizin değerlendirmelerinize inanmıyorum. Tanıklarınıza da inanmıyorum. Dinini yıkanların şahitliği kabul edilmez. Anadolu’da yalancı şahitlik yapanlara dinini yıktı derler.  Soruşturmanın gizliliği soruşturmanın sıhhatli yürümesi ve delillere ulaşmak açısından önemlidir. Bu sebeple sizin hakkınızda derhal yasal işlem başlatılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ben bu konuda yasal girişimlerimi başlattım. Hakkımda iftira ifadeleri almaya çalışan ve bana kumpas kuran Uşak başsavcılığının hakkımdaki kararlarını ve uygulamalarını peşinen reddediyorum. Benim adalet beklediğim kurumun benim özgürlüğümü çalmaya yönelik eylemlere girişmesini doğru ve haklı bulmuyorum. Bu hukuk faciasına imza atan sizlerin adaletine inanmıyorum. Bu saatten sonra savcılığınızın önünde iki yol var!  Ya benim yazı yazacağım yayın organlarını veya  sosyal medya hesabımı  kapatmak, ya da beni soruşturmanın gizliliğini, pardon kumpasın gizliliğini ihlal etmekten tutuklamak!!!  Bu arada o yasayı da okudum. Gizliliği ihlal  1-3 yıl arasında ceza gerektiriyor. Şayet bu duyumlarım soruşturmanın gizliliğini ihlal sayılıyorsa, bu kaleme aldığım gerçeklerin Soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğinin açıklanması suretiyle, KİMİN  suçlu sayılmama karinesinden yararlanma hakkını veya haberleşmenin gizliliğinin ya da özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini ISPAT EDECEKSİNİZ. Veya Soruşturma evresinde  işlemin içeriğine DUYUMLARIMIN hangi maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye elverişli olduğunu SOMUT olarak ortaya koyacaksınız. Bu suçu işlemişsem yasalar karşısında boynum kıldan ince olacaktır, beni mahkum ettirin sayın savcılar!  Şu çok açıktır ki, bu soruşturmadaki kumpası ifşa etmekle kimsenin suçlu sayılmama karinesini ihlal etmedim. Ama siz bu soruşturmalarınız ve yayınlanmış iddianameleriniz yoluyla benim suçlu sayılmama karinemi ihlal ettiniz ve dahası bana açık bir kumpas kurdunuz.  Sizde biliyorsunuz ki, bu makalemle şahsıma kurulan kumpası, savcılığın şerefime haysiyetime kişiliğime yaptığı açık bir saldırıdan kamuoyunu haberdar ediyorum. Yani nefsi müdafaamı yapıyorum. Buna hakkım olduğunu düşünüyorum. Bana olan husumetinizin kastınızın nedeni de açıklayın bu arada? Bu ülke benden ne zarar gördü?  Hodri meydan, bugüne kadar yaptığınız gibi elinizden geleni ardınıza koymayınız efendim. . Ölümden öte köy yok sayın savcım… 🙂 Kirli adamların tanıklıklarıyla yürümez bu işler.  

Elimden gelirse aynı FETÖ’cü savcılara olduğu gibi bana bu kumpası kuran sizlere kelepçe vurulması için hukuk mücadelesi vereceğim. Sizler suçsuz olduğumu bile bile bana kumpas kurdunuz. Beni lekelediniz. Savcılık ehliyetine sahip olamadığınız kanaatini taşıyorum. Bir takım kirli mahfillerle işbirliği yaptığınız hususunda da kesin kanaate sahibim. Antalyada Serikte birçok siyaset zübüğünün, itin kopuğun hedefi haline getirdiniz. Evlilik çağında üç oğlum var. MURAT KOPARAN gibi zübüklerin sosyal medya  da beni  karalayan yayınlarının sebebi ve kaynağısınız.

Konfüçyus der ki;  “Küçük insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar.” Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan, yüzlerine tükürseler yarabbi şükür diyecek tıynetteki, haya duygusundan  mahrum   haydutlar devlet kurumlarını arkaya alarak sosyal medyadan oradan buradan bana korku veremez. Bu da sahte hesapların ardında kahramanlık yapan sosyal medya soytarılarına son mesajım olsun.   

Yukarıda bütün hikayesini kaleme aldığım ve yetkililere yönelttiğim soruların büyükçe  bir kısmının gerçek olduğundan eminim. 6 yılda 9500 öğrenci sayısını yaklaşık 35 bine çıkararak, bir çok bölüm ve fakülte açarak, üniversitenin kapasitesini birçok açıdan üçe  dörde katlayan, Türkiye’ de parmakla gösterilecek bir kampüs inşa eden, üniversiteyi ülkenin beş pilot üniversitesinden biri haline getiren rektör Sait ÇELİK’e (ve bana)  Uşak’ta bir örgüt tarafından sistematik bir kumpas kurulmuş, bir kısım manyakların, itirafçıların, kimliği belirsiz ihbarcıların ifadesiyle, aleyhe delil toplanarak ve oluşturularak, lehe olan deliller toplanmayarak ve görmezden gelinerek rektöre FETÖ’cü damgası vurulmuş cezaevine gönderilmiştir. Bu ayıpta Uşak’a da tüm ülkeye de yeter. Bu kadar çalışmanın ve fedakarlığın Uşak’a bu kadar hizmetin karşılığı bu olmamalıydı. Maalesef FETÖ’cü kentinde yaşamanın ne olduğunu bittecrübe gördük. Yazık ettiler üniversiteye.

Bu işte sorumluluk üstlenen Sosyal Medyada üren itler, algı yaratma timleri, yaptığınızı beğendiniz mi? Aferin size!  Sesi çıkmıyor diye merak edenler. Korktuğumu tırstığımı söyleyerek sahte hesaplardan kahramanlık yapan, kabadayılık yapan sosyal medya itleri. Kendi korkaklığınızı bana isnat etmeyin.  Ben fake hesaplardan değil kendi hesaplarımdan yazarım. Altına da imza mı atarım.  Ben özgürlüğümü Kalu bela’da rabbimden aldım. RABBİME  EVET , şeytanlara, firavunlara HAYIR dedim Hukuk önünde tek tek hepinizden hesap soracağım. Soytarılık yaparak varacağınız yer ancak sirktir. Bilesiniz…

Bir soru da Adalet Bakanımız, sayın Bekir Bozdağ’a. Hani  bu ülkede artık Ergenekon benzeri olaylar olmayacaktı!? Bu ülkede bir rektör bu tür garabetlerden oluşturulan bir dosyayla özgürlüğü elinden alınıp cezaevine gönderiliyorsa, suçsuz insanları içeri almak için kumpas kuruluyorsa, sorumluluğunuz olduğunu düşünür müsünüz efendim?

Sonuç olarak,  Ne diyorsam O!  

Şahit ol YARAB ben vazife mi yaptım! Doğruya tanıklık etmeyen, Allah’tan  değil de dünyevi otoritelerden, hatta gölgesinden korkan insanlardan ve devletlulardan oluşan Bir toplumda bu kadar yapabildim! Ey RABBİM bizi affet Gireceğimiz yere dürüstlükle girmemizi sağla; çıkacağımız yerden de dürüstlükle çıkmamızı sağla. Bizlere tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver… Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al…

Tüm iyi insanlara selam ve muhabbetle…


Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.